1 Ekim 2016 Cumartesi

KANDIRILMAYIN

           Susurluk kazası sonrasıydı. Ülkenin gündemini yoğun bir şekilde, Gladyo ve Derin Devlet söylemleri işgal ediyordu. Tüm Televizyon kanallarında,her türden insan çıkıyor,kendince bu örgütlenmeler hakkında açıklamalarda bulunuyorlardı.
           Bir akşam yine böyle bir televizyon programına denk geldim. Çok genç olmama rağmen hiç unutmadığım ve unutamayacağım, epey ilgimi çeken bir programla karşılaştım. Şu an adını hatırlamadığım, kendisini eski ülkücülerden diye tanıtan ve herkes tarafında bilinen bir kişi, uzun uzun geçmişte yaşananları anlattı. Açıkçası kendi geçmişi ve yaşadıkları ile tüm hayatının özetini geçti. Tahmin ediyorum o dönemde Altmışbeş yaşın üzerinde olması lazım. Asıl unutamadığım şey; Tüm bu yaşanılanlardan sonra geldiği son noktada, biz KANDIRILMIŞIZ cümlesiydi.
           Şöyle durdum bir düşündüm; Bir kişi bütün ömrünü bir dava uğruna harcıyacak ve ömrünün ahir zamanında geldiği son nokta, kandırılmışız olacak. Bir cümle ile bütün hayatını çöpe atacak. Yani bütün ömrünü boşuna yaşamış olacak. Kayıp bir ömür yani. Çok üzüntü verici bir durum değil mi?
          O dönemde bu tür söylemleri sadece ülkücü cenahtan duymuyorduk. Aynı şekilde sol cenahtanda buna benzer söylemleri işitiyorduk. En azından benim algılarım o yöne kaymıştı.
          Bu aralarda ne kadar sık işitir olduk buna benzer söylemleri. En çok da duyduğumuz kandırılmışız yada kandırmışlar oluyor. Ben bunu bireylerin kandırılması yada kurumların kandırılması olarak ayırarak düşünmek istiyorum.
           Bireylerin kandırılma hali sık rastlanılan ve bir nebze anlaşılabilir bir durum olabilir. Bir gruba dahil olmanın sosyolojik ve psikolojik temelleri var. Bundan ötürü bireyler, kendilerini bir grupla ifade etme arzusu içinde olabilir. Nedeni ise; Daha güçlü, daha inanılır, daha etkin bir insan görünme ihtiyacı. Durum böyle olunca kendi düşünce dünyasına en yakın hissettiği bir gruba dahil olma isteği normal olabilir. Böylece ,kendini daha iyi ifade ettiğini, yalnızlık ve güçsüzlük hislerinden bir nebze uzaklaşmış olacak.
            Grup ise kişinin bu duygu dünyasından yararlanmak isteyecek, grup çıkarlarına uygun isteklerde bulunacak. Anlaşılabilir durum işte bu.
            Bu tip gruplar ekser çoğunlukla inançlar ve etnisite yani ırksal gruplar oluşturuyor. Bunun nedeni ise kişilerin en güçlü duyguları inanç ve soy duyguları olmasından kaynaklanıyor. Belkide gelişmekte olan ülkelerde siyasetin, bu iki duygu üzerinden kurgulanması bu yüzden.
         
            Kurumsal kişiliklerin kandırılma durumlarını anlamak ise mümkün değil. Çünkü kurumlar belli bir mekanizmalar ve ortak kararlarla yönetilmesi beklenir. Hedef politikalar belirlenir, bu hedefe ulaşmak için iş bölümü yapılır ve herkesin üstüne düşeni yapması beklenir. Yönetenler tarafından da gidişatın kontrol ediliyor olması gerekir. Herhangi sapmalar varsa zamanında müdahele ediliyor olmalıdır. Bu hiyerarşi yoksa ve sonuç olumsuzsa karar alıcılar kandırılmış olmaz yetersiz olur.
             Belki kurumsal kişiliklerin bir seçim yapma ihtimalinden bahsedilebilir. Fakat bu seçimlerinin sonuçlarınında sorumluluğunu almaları beklenmelidir. Kandırılma hali sorumluluk almadan çok sorumluluktan kaçma halidir.
              Bu konuda sonuç olarak söyleyeceğim son söz şu; Kişisel çıkarlarınız için, kişiliğinizden ve düşüncelerinizden taviz vermeyin ki KANDIRILMAYIN.


                                                                                                Esenlikle Kalın

16 Ağustos 2016 Salı

DEMOKRASİ ÜZERİNE-1

          Ülkemizde yaşanan son vahim olaylar bize bir kez daha gösterdi ve göstermekte ki, Ülkemizin tek çıkış noktası tam anlamıyla,batı standartlarında daha açık olarak söylemek gerekirse medeniyet ölçülerinde bir Demokrasi ile mümkün.
           Peki,batı standarlarında,tam anlamıyla Demokrasi ne demek? Kendi düşünceme göre sizlerle paylaşmaya çalışacağım.
           Öncelikle şunu vurgulamak isterim. Gelişmekte olan yada az gelişmiş toplumların klasik hastalıkları var. Uluslararası kavramların, anlamlarının içlerini boşaltmak, Ve bu kavramların içlerini başka anlamlar vererek doldurmak. Tıpkı Laiklik gibi tıpkı Demokrasi gibi.
           Tam anlamıyla Demokrasi kavramını üç başlık altında değerlendirmek mümkün.
           1- Asli unsur olan Halk yani yönetilenler.
           2- Halk adına güç kullanmakla görevlendirilenler yani yönetenler.
           3- Yöneten ile yönetilenler arasında ki denge ve denetleme mekanizmaları.
           Demokrasinin amacı, asli unsur olan halkı, onlar adına güç kullanma yetkisi verdikleri yöneticiler karşısında korumak ve kollamaktır. Bunun aracı da hukuktur.Hukuk kuralları istisnasız herkesi bağlar. Yani hukuk karşısında herkes eşit olmak zorundadır. Hukuk karşısında imtiyazlı hiç bir sınıfın olmaması zorunludur. Hukuk, tüm bireylerin can ve mal güvenliğine,kişisel hak ve özgürlüklerine, düşünce ve düşüncesini özgürce açıklama haklarına güvence altına almak zorundadır. Kişisel hak ve özgürlükler tüm bireylere ilkokul döneminden itibaren eğitim müfredatına konulmalı ve öğretilmelidir.
           Bu konudaki eksikliklerimiz epey fazla diye düşünüyorum.

           Demokrasinin en temel ilkesi, Halkın kendi kendine yönetmesi ilkesi yani Cumhuriyettir. Bunuda temsilcilerini seçim vasitası ile parlamento göndererek yapar.
           Cumhuriyet, Demokrasinin vazgeçilmezidir fakat yeter şartı asla değildir. Dünyada seçim yapılmayan ülke hemen hemen yok gibidir. Ama tam anlamıyla Demokratik ülke sayısı hiçte fazla değildir. O halde seçim,seçimlerin nasıl yapıldığı ve seçim sistemleri Demokrasi açısından son derece önemlidir.
          Demokrasinin bir diğer temel özelliği kuvvetler ayrılığı prensibidir. Yani Asli unsur halkın güç kullanmakla görevlendirdikleri,Yasama(Meclis), Yürütme(Hükümet), ve yargı erkleri,birbirlerinden bağımsız ve birbirlerini denetleyen bir mekanizma kurmak zorundadırlar.
          Kuvvetler ayrılığı prensibinde, Yasama ve Yürütmeyi birbirinden ayırmak pek olağan değil. Fakat Yasamanın yani Meclisin, Yürütmeyi yani Hükümeti denetleme mekanizmalarının çok iyi kurgulanması şarttır. Bunun için gerekirse yeni yöntemler geliştirilebilir.
          Yargının ise tamamen tarafsız ve bağımsız olması hayati derecede önemli. Belki bunun içinde seçim yapmayı yani asli unsur olan Halka sormanın vakti gelmiştir en azından tartışılması gerekir diye düşünüyorum.
          Kuvvetler ayrılığı prensibinde de epey yamamız gereken işlerin olduğu açık.

          Demokrasinin diğer olmazsa olmaz şartlarından biride denge ve denetleme mekanizmalarıdır. Bu Ülkemizde Yüksek Mahkemeler eliyle yapılmaya çalışılıyor. Ama çok yetersiz. İster seçimleri isterse işleyiş tarzları açısından çok büyük sorunlar var. Belki şöyle özetlemek mümkün adları var,kendileri adeta yok. Yeniden ele alınmaları şart.

         Gelelim can alıcı soruya; Bunları herkes biliyor da,karar vericiler bilmiyor olabilir mi? Bilmemeleri imkansız. Fakat neden uygulamıyorlar? Bu soruya yanıtım şu olabilir; Herkes bulunduğu yerden memnun. Kimse denetlenmek,kısıtlanmak istemiyor. Aklıma başka bir şey gelmiyor malesef.
       
         Bu konuda söylenecek epey şey daha var. Onlarıda başka zamana bırakalım. Ve hep beraber Tam Demokrasi nöbeti tutmaya başlayalım.
         
         Daha güzel günlerde buluşmak dileğimle. Esen Kalın.