Bizler gerçek Aydın'ı Dreyfus Davası ile tanıdık.Bir yanda devlet,kilisesi,ordusu,medyası,önünde el pençe divan durmaya alışmış kurumları,diğer yanda hakka ,adalete,özgürlüğe susamış bir avuç aydının davasıyla.
Aydın'ın tanımından çok, vasıfları, misyonu ve görevlerinden bahsetmek daha gerçekçi olur. Asla bir hizibin sözcülüğüne kalkışmamalı. Hakim sınıfın çıkarlarını korumak,onların ideolojilerini ayakta tutmak, toplumları sınıflara ayırmak,imtiyazları devam ettirmek değil, toplumları uyarmak,bilgilendirmek ortak noktalar aramak olmalıdır.
Aydın'ın il vasfı dürüstlük olmalı,İnsanlığın çıkarını her türlü çıkardan üstün tutmalıdır. Malesef bizde görünen Aydın profili, kendini haklı çıkarmak,menfaatlerini devam ettirmek için her yolu mübah saymakta.
Yeri gelmişken Kostler'i hatırlatmakta fayda var:"Keyfi yerinde olanların düşünmeye ne ihtiyaçları var."der. Ezilen büyük çoğunluğun ise düşünmeye ne zamanı ne de imkanı var.Keyfi yerinde olan Aydınımız halkı kendi kaderlerini terk etmiş,kendi akıbetlerinin peşine düşmüşlerdir.
Aslolan, geleceğimize güzel bir miras bırakmak ise, Aydının önünde iki yol var. Ya kurulu düzenin yalanlarına bilimselleştirme ve hakikatleri çarpıtmaya devam etmek. Ya da İnsanlığın yüzüne hakkı ve hakikati hiç bir korku olmadan ne pahasına olursa olsun haykırmak olmalıdır.
Bu çağa da yeni bir dreyfus davası nın zamanı gelmiştir diye düşünüyorum.
Selamlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder