28 Ekim 2015 Çarşamba

DEĞİŞTİRİN

         Selam Dostlar;
         Siyasi partiler yasası ve seçim sistemi Dünya standartlarının çok altında bir ülke burası. Adeta bu durum bir kadermiş gibi insanlarımız için. Eğitim kalitemizin de yerlerde sürünüyor olmasınında etkisi büyük tabiki bu standartlarda yasaların olması. Aynı zamanda siyaset kurumunun güven endeksinin çok kötü olmasının nedenlerinin başında.
         Ne demek istiyorum?
         Demokratik toplumlarda insanların, can, mal ve özgürlüklerini yaslar korur, koruması gerekir. Yasaları da, bizlerin vekil olarak tayin ettiklerimiz, Yasama organı yapar. Yasa yapmasını ve bizim hak ve özgürlüklerimizi korumasını beklediğimiz vekiller biz halktan değilde, kendi Genel Başkanlarından korkmaları bu siyasi partiler yasası ile mümkün. Buradan da anlıyoruz ki vekalet verdiklerimiz, asil olan biz halkın değil de, kendi ve yöneticilerinin ikballerini daha fazla düşünüyor olmaları ise kaçınılmaz sonuç. Ve davranışlarını da ona göre belirlemeleri çok doğal.
        Madem bizleri koruması gereken yasalar korumuyor. Madem o yasaları yapmaları için vekil tayin ettiklerimiz üstlerine düşen görevi hakkıyla yerine getiremiyor. O halde yapılması gereken, asil olan bizlerin, bu işi daha etkin bir şekilde el koyması gerekir.
        Peki bunu nasıl yapabiliriz?
        Demokrasilerde asil olan halkın yapabilecekleri bu anlamda tabiki sınırlı. En büyük gücü seçimler ve seçme işlemlerini hakkıyla yerine getirmesi. Halk bu gücünü çok iyi ve akılcı kullanmak bu şartlarda zorunluluk. Bu siyasi artiler yasası ve seçim sistemi ile halkın gerçek iradesinin tam anlamıyla yansıması da mümkün görünmüyor.
       O halde halk kendi haklarını ve özgürlüklerini nasıl koruyacak?
       Bu önemli bir soru. Hak ve özgürlüklerimizi teminat altına almaları için vekil tayin edip, ellerine güç verdiklerimiz bunu yapmıyor. Bizlerde verdiğimiz bu gücü kontrollü ve denetleyerek verebiliriz.
       Bunun için.yapabileceğimiz eylem, bizim gibi Demokrasisi oturmamış toplumlarda,bir siyasi partiyi 2 dönemden fazla tek başına iktidar vermemek olmalı.
       Nedenlerini ise şöyle sıralamak mümkün;
       1- Devletin tüm gücünü kontrol eden siyasi parti, belli bir dönem sonra kendisini devlet yerine koyarak gücünü pervasız bir şekilde kullanmaya başlıyor.
       2- Kendisini denetlemekle görevli tüm kurum ve kurulları işlevsiz hale getirebiliyor. Hesap vermekten kaçıyor.
       3- Bir devletin, devlet olmasının garantisi bürokrasisisdir. Her iktidara gelen siyasi parti bürokrasiyi eline geçirmeye çabalıyor. Böylece ülkenin geleceğinin teminatı olması gereken bürokrasi tam anlamıyla yerine oturamıyor.
       4- Kamu kaynaklarını doğru kullanmamaya başlıyor. Daha vahimi bunları nasıl kullandığının hesabını da vermekten kaçınıyor.
        Bunları çoğaltmak mümkün.
        Bu sebeplerden ötürü görüşünüz, ideolojiniz, partiniz ne olursa olsun bu ülkeyi seviyorsanız, sizin adınıza güç kullanmasına izin verdiğiniz siyasileri 2 dönemden fazla yetkilendirmeyin, DEĞİŞTİRİN.
         Değiştirin ki sizin gerçek gücünüzü anlasınlar.
         Değiştirin ki asilin siz, onların sizlerin vekiliniz olduğunu unutmasınlar.
         Değiştirin ki onların, sizlerin memurlarınız olduklarını, akıllarından çıkarmasınlar.
                     
         Güzel günlerde görüşmek temennilerimle:

14 Ekim 2015 Çarşamba

NE ÇOK ÖLDÜK

         Bu yazımda sizlere, ölmek ve öldürmek eylemlerinin psikolojisini anlatmaya çalışacağım.
         Bunun için tarihten, çok acı ölme ve öldürme örnekleri aktarmakla başlamak istiyorum.
        1- Yıl 1553,Kanuni Sultan Süleyman, 60 yaşına yaklaşmış, epey yaşlanmıştı. Halk arasında iktidarını kaybetmiş olmalı ki, halk taze bir kan olarak gördükleri Şehzade Mustafa'nın Osmanlı tahtına geçmesi gerektiğini dillendirir olmuşlardı. Sultan Süleyman, kendi iktidarına tehdit gördüğü 38 yaşındaki oğlunu, değişik kışkırtmaları bahane ederek öldürtmüştür.
        Öldürten bir baba, öldürülen bir evlat. Peki ne için?
        Devletin bekası için diyenler olabilir. Bunun Devletin bekası ile bir ilgisinin olmadığı sonraki gelişmelerden daha rahat anlayabiliyoruz. Bu tamamen iktidarını kaybetmeme uğruna yapılmış bir öldürme eylemi.
        Tarihte bu öldürme eylemi sadece Osmanlı hanedanına özgü bir olay da değil. Daha nice babanın evlada, evladın babaya kıydığı vaka var.
       2- Yıl 1914. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Veliahtı Ferdinand ve eşi, Sırbistan'a ziyaret ediyorlar. Yapılan anlaşmalar gereği Osmanlı'dan kopan bazı Rumeli ülkeleri Avusturya-Macaristan'ın kontrolüne verilmiş. Bundan rahatsız olan Rumeli ülkeleri var. Bu ziyareti fırsat bilen genç Bosna'lılar örgütü mensubu 3 Sırp, 1 Boşnak genç bombalı bir eylem düzenliyor. Fakat bu suikasttan kurtuluyor prens ve eşi. Bu Sırp gençlerden biri akşam yemeği yediği Saraybosna'daki bir restorantın önünde prensi ve eşini görüyor ve silahını ateşliyor. Hem prens hemde eşi ölüyor.
       Fazla sömürgesi olmamasına rağmen Almanya, ekonomik olarak, sanayi ve işgücünde, sömürgesi fazla olan İngiltere ve Fransa'ya yaklaşmış hatta geçmişti. Bu durumdan hem İngiltere hemde Fransa fazla rahatsızlık duyuyorlardı. Etki alanını artırmak isteyen Almanya Doğu komşusu Avusturya-Macaristan ile iyi ilişkiler içindeydi.
       Almanları arkasında hisseden Avusturya-Macaristan, bu suikastı bahane ederek Sırbistana savaş açtı. Almanya'nın güçlenmesinden rahatsız olan İngiltere ve Fransa'ya Slavlar üzerinde hakimiyet kurmaya çalışan Ruslar da eklendi. Almanlara karşı savaşa girişti. O zamana kadar Rumelideki topraklarını kaybetmiş olan Osmanlı İmparatorluğu, topraklarına yeniden kavuşma isteği ile Almanların yanında savaşa girişti. Böylece Dünya savaşı başlamış oldu.
       Sonuç olarak, Almanya ve Osmanlılar savaşı kaybetti. 9 Milyon insan öldü. Bazı ülkeler parçalandı bazıları tarihe kavuştu. Yeni sömürgeye açılmış küçük devletçikler meydana geldi.
       Ne için?
       Küçük büyümesin. Hep biz mktedir kalalım iktidarımızı devam ettirelim anlayışı. Hakimiyet bizde olsun, biz ne istersek onu yapsınlar mantığı.
        Bu savaşın sonunda bu acılar yaşanmasın diye Milletler Cemiyeti nin temelleri atıldı. Yani bu günün Birleşmiş Milletleri.
        3- Yıl 31 Ağustos 1939. Almanya'nın, Polonya sınırında bir saldırı oluyor ve 2 Alman öldürülüyor. 1 Eylülde Hitler, o meşhur radyo konuşmasında Polonya'ya savaş açtığını ilan ediyordu. Fakat Alman halkına büyük bir yalan söylediği bilinmiyordu. Çünkü o saldırıyı bizzat Alman ordusu askerleri düzenlemişti. 1 Ay içinde Almanya, Polonya'yı tamamen işgal ediyor. Daha vahimi Alman askerlerine Polonya'lıların ne kadar kötü ruhlu, hilekar hatta Alman askerlerinin içtikleri suları zehirledikleri propagandası yapılıyordu ki, Alman askeri girdiği Polanya'da her türlü işkence ve eziyeti kinle yapıyorlardı.
         Bu kadar kolay zafer elde eden Almanlar, özellikle Hitler'in, 1. Dünya savaşının intikamını alma ve savaş sonrası yapılan antlaşmaların onur kırıcı olduğu, bunu kırma taahütleri Alman halkında karşılık buluyordu. Ayrıca ekonomik olarak sıkıntıda olan halka Doğu sınırlarını genişletip yeni yaşam bölgeleri bulma, bu bölgelerde yaşayan Alman azınlıkların baskı altında olduğu şayiaları karşılıksız kalmıyordu. Bu savaşın orda kalmayacağının da işaretleriydi. Ve de kalmadı. İngiltere,Fransa,Rusya,ABD,Çin bir tarafta, Almanya,İtalya,Japonya diğer tarafta.
         Savaşın sonucu, tam 60 Milyona yakın insan öldü.
         Ne için?
         Ruh sağlığı bozuk birinin, Dünyayı dize getirme ve intikam alma hırsı. Muktedir olanların iktidarlarını devam ettirme, etki alnalarını büyütme ihtirasları. Ekonomik olarak sömürme ve sömürgelerini artırma çabası.
         Dünya tarihine baktığınızda, bunun örneklerini artırmak mümkün. Ama bu ölme ve öldürme amaçlarının hemen hemen hepsinin aynı olduğunu görmekde.
         Ölme ve öldürmenin hayatımızın tam ortasına oturduğu şu günlerde, soruyorum
         Ne için?
         Devletlerin dostlukları yoktur, çıkarları vardır. Lafı ne kadar aptalca bir söz. Ne yani senin sınırında yaşayan insandır da, hemen yanbaşında yaşayan inan değil midir? Senin sınırlarında yaşayan insan, refah ve zengin yaşama hakkı vardır da yanıbaşındaki insan açlıktan ölmeli midir? Senin kontrol altında tuttuğun insan makbuldür de, diğerleri değil midir?
        Ben de diyorum ki İnsanların ve toplumların çıkarları değil erdemleri vardır. Ve bunu mutlaka yaygınlaştırmamız lazım.
        Hiç bir insan, etnisitesi, rengi, inancı ne olursa olsun birbirinden üstün değildir. Küçülen bu Dünyada yan komşun,yan mahallen, sınırının hemen yanı,okyanusun öbür yanı birbirinden ayrı değildir. Biz insalık olarak birbirimize asla kayıtsız kalamayız, yada kalmamaıyız.Muktedirlerin iktidarlarını sürdürmek için bizleri ayrıştırmasına ve çarpıştırmasına asla müsade etmemeliyiz.
        Bu bağlamda Birleşmiş Milletlerin yeniden dizayn edilmesi, insalık için daha etkin hale gelmesi kesinlikle sağlanmalıdır. Bu dizayn sadece iktidar sahiplerinin bilek güreşi haline gelmesinin önüne geçmesi zaruridir. Buna biz insanlar ve toplumlar izin vermemeliyiz. Bunun içinde tüm insanlık olarak el birliği ve örgütlü bir şekilde çaba sarf etmemiz gerekir. İşte o zaman yaşanabilir bir Dünya kurabiliriz.
        Artık hiç bir İnsan muktedirlerin, iktidarlarını devam ettirmeleri için ÖLMESİN.
                                                                                 Yurtta barış,Dünyada barışla kalın

6 Ekim 2015 Salı

BU MÜCADELE BİTMEZ

         Selam Arkadaşlar
         Çok tez canlı bir milletiz. Bir düşüncemiz veya idealimiz varsa hemen olsun isteriz. Halbüki onun için vereceğimiz mücadelenin bize vereceği hazzı hiç düşünmeyiz. Ve de bize belki de biz yapacak mücadelenin de o olacağını ihmal ederiz.
         Yeni bir Devlet kuruşumuzun üzerinden 90 yıldan daha fazla bir zaman geçti. Cumhuriyeti kurmak için,çeşitli cephelerde 15 seneden fazla savaşmak zorunda kaldık. Bu zaman içinde milyonlarca şehit verdik. Ne büyük fedakarlıklar ve feragat etmek zorunda kaldığımız mevzular oldu. Yani çok çetin bir mücadelenin sonucunda Cumhuriyeti kurabildik.
         Mutlakiyetten Cumhuriyete geçerken verilen mücadele tüm dünyaya örnek oldu. Onca kayıplara rağmen bitti mi mücadele? Elbette bitmedi. Bir ayağı bitse de, diğer ayağı olan çağdaşlaşma mücadelesi henüz yeni başlamıştı.
         Savaştan yeni çıkmış bir ülkenin ekonomik durumundan söz etmeye gerek yok. Zaten daha önceden de ne sanayileşme var nede doğru düzgün üretim. Okur-yazar oranını ise en fazla gösteren belge %11 olarak belirtmiş. İşte Cumhuriyetin başlangıcının ne büyük bir mücadele ile karşı karşıya kaldığının en güzel örnekleri.
         Buna rağmen çağdaşlaşma mücadelesine başlıyor yeni Cumhuriyet. Bütün zorluklara rağmen. Çıkılan bu yolda 90 yılı aşkın bir zamanda kaç Cumhurbaşkanı, kaç Başbakan, kaç muktedir gelip geçiyor bu ülkeden. Kendi ikbali ile ülkenin ikbalini karıştıranlar olduğu gibi iyi niyetle çaba gösterenlerde mutlaka olmuştur.
         Yeterli olmasada, bu zaman zarfında iyi yetişmiş bilim insanları, akademisyen, aydın, yazar ve sanatçılarda çıkarmışız. İyi iş insanları, ekonomistler de olmuş. Toplum için ve gelişim için ellerinden gelen mücadeleyi de verdikleri söylenebilir.
         Zaman çağdaşlaşma için yeni bir bariyer getirdi Demokrasi. Demokrasiye ilk adımın atıldığı çok partili dönemin üzerinden de 70 yıl geçti. Buna rağmen ülkemiz, çağdaş bir Demokrasi hedefine henüz bile ulaşabilmiş değil.
         Bunun nedeni Demokratik olması gereken kurumların üstlerine düşen görev ve sorumluluklarını yerine getirmemesi, bireysel çabalar olsa da toplumsal olarak yeterli çoğunluğu ulaşıp, mücadele edilmemesi olarak görüyorum.
         Ülkemizde bu zamanların en çetin mücadelesinin tam anlamıyla çağdaş ve Demokratik olmak için verilmesi gereken mücadeledir.
         Yani demem o ki; Şahıslar gelir geçer, seçimler gelir geçer, hükümetler gelir geçer. Ama huzurlu, adil ve güvende yaşama mücadelesi Demokrasisi oturmamış bizim gibi ülkelerde bitmez.Bitmeyecek.
          Herşeyi çok çabuk olsun bitsin istemeyin. Mücadele etmenin hazzına varın. Çabukta pes etmeyin. DAHA MÜCADELE YENİ BAŞLIYOR.

                                                                                      Esen Kalın.