13 Aralık 2019 Cuma

TANI

                      Zannetme ki;
                   
                      Milli mücadele ve Kurtuluş savaşını, sadece Vatanı işgal eden dış güçlere karşı kazandık.

                     Yıl 1913. Düşman İstanbula dayanmış. Babıali baskınında, Osmanlı'yı yöneten Hürriyet ve İtilafçılar iktidardan uzaklaştırılmış. Baskından sonra çoğuda Ülkeden kaçmış. Ne zaman 1. Dünya savaşını kaybettik, Mondoros ateşkes antlaşması imzalandı, bunlar tekrar geri döndüler. Hatta sonra tekrar Damat Ferid Paşa hükümeti ile iktidar olup, Vatanın paylaşıldığı, Sevr antlaşmasına imza bile attılar.

                  Sonra ne mi yaptılar?
                  Bir bir işgale uğramış, Vatan topraklarını savunanları, Vatan haini ilan ettiler.

                  Vatanı savunmak için Anadolu'yu örgütlemeye çabalayan, Mustafa Kemal için ölüm fetvası çıkardılar.

                 Tövbe Yarabbi,tövbe Türklüğüme. Beni Türk milletinden addetme, diyen. Kim işgalçilere karşı direnirse,öldürülmeleri caizdir.Hatta dini görevidir. Bu uğurda ölen şehittir, diyebilecek kadar ileri giden Hürriyet ve İtilafçı, Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi gibiler vardı.

                 İngilizler İstanbul'u işgal etmiş. Hala kurtuluşumuz İngilizlerdedir,diyen. İngiliz Muhipleri Cemiyetini kuran, Damat Ferid Paşa Hükümetinde iç işleri bakanlığı yapmış, Mustafa Kemal ve işgale direnenler aleyhine emirler yayınlamış, Hürriyet ve İtilafçı Ali Kemal gibiler var. Yıllar sonra, bugünlerde ödülünü aldı, Torunu İngiltere'ye Başbakan oldu.

                 Kurtuluşu Amerikan mandasında arayan, fikir insanlarıda az değildi.

                  Düşman işgaline karşı halkı örgütleyen, Silahınız yoksa, elinize üç beş taş alıp, fiili mukabelede bulunun, diyen ve direnişi ilk örgütleyenlerden Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi gibilerde vardı tabi.

                   İşte; Sanmayın ki;

                   Kurtuluş mücadelemizi sadece, Vatanı fiili işgal eden düşmana karşı verdik. En az onlar kadar, yerli işbirlikçilerine karşı da verdik. Ama görünen o ki, daha bu mücadele bitmemiş. Aynı Tarlaya musallat olmuş Kanyaşı otu gibi. söküp atıyorsun, tekrar tekrar çıkıyor. Anlaşılan o günün yerli işbirlikçilerinin torunları büyümüş, eskisinden daha örgütlüler. Siyasi, ekonomik,kültürel olarak kıyasıya  mücadele ediyorlar.

                    Uyan Ey Halkım;

                    TANI bunları.

17 Kasım 2019 Pazar

HATIRLA

                    Hatırlıyor musun?

                    Kaç kere ant içtin. Yemin verdin.
                    Korkmayacaktın.
                    Hiç bir güce boyun eğmeyecektin.
                    Arkadaş! Yurduna alçaklara uğratmayacaktın.

                    Hatırla

                    Binlerce kefensiz yatanı
                    Dünyaları alsanda, verme bu cennet Vatanı

                   Evet Vatan

                   Bırak hamaseti, boş lafları

                   Hatırla
                   Mustafa Kemal Atatürk'ü
                   ve
                   Vatanını en çok seven,görevini en iyi yapandır. sözünü.

                   Sonra düşün
                   Oturduğun koltuğu, işgal ettiğin makamı
   
                   Ve Sor
                   Bu oturduğum koltuk, işgal ettiğim makam, yaptığım iş ve misyonu, benden daha layıkıyla yapabilecek biri var mı?
                    Var diyorsan eğer, orada bulunduğun her dakika, Vatanın için büyük bir kayıptır, Unutma
                     Şayet yok diyorsan,
                     Cevap ver
                      Neden Ülkem bu durumda, neden Dünya muvazenesinde her alanda geri kalmış vaziyette, neden insanımız umudunu yitirmiş.

                      Son olarak
                      Gücü, oturduğun makamdan alıyor, varlığın oraya hiç bir güç katmıyorsa, Kalk
                      Bırak Vatan, Millet söylevlerini.
                      Ya işini layıkıyla yap, ya da daha iyi yapacaklara bırak.

               

29 Haziran 2019 Cumartesi

BAŞKANLIK, OLMADI,OLMAZ

                    İlteriş Kağan, ve Bilge Tonyukuk'a birgün bir Budist rahip gelir. Onları Budizm'e davet eder. Rahip o kadar etkileyici ve ikna edici konuşur ki, orda bulunan herkesi etkilemiştir.
                   İlteriş Kağan, "Bilge Tonyukuk ne diyorsun" diye sorar.
                   Tonyukuk, "Rahip çok etkileyici konuştu. Sevgiden,paylaşmaktan, alçak gönüllülükten, kimsenin kimseden üstün olmadığından, korumaktan, adil olmaktan bahsetti. Şayet yerleşik bir yaşamımız olsaydı, hiç terddüt etmez kabul ederdim. Ama biz göçer bir topluluğuz. Şayet durursak kayboluruz. Yolda olmak demek, tehlikeye hep açık olmak demek, sert ve düşmana gözdağı vermek demek. Biz bu inancı kabul edersek, kendi sonumuzu kendimiz getirmiş oluruz. İlerleyemeyiz" diye cevap verir.
                   İşte bu bir Milletin kaderinin değiştiği anlardan biridir. Aynı, "Efendiler,yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz" diyen Mustafa Kemal Atatürk'ün değiştirdiği gibi. Halbuki bu sözü söylediği zaman,Dünyada tek adamların hüküm sürdüğü dönemler olmasına rağmen.
                  Lafı çok uzatmayacağım; Bu Başkanlık sistemi,bizim deyimimizle,Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi,bizim Ülkemize uymamıştır,uyma ihtimalide yoktur. Ülkemize daha fazla zarara uğratmadan,ivedilikle bu sistem değiştirilmelidir.
                  Neden uymayacağını anlatmaya çalışacağım;
                  1-  Bizim geleneğimizde,Devlet Babadır. Yani objektif ve tarafsız olması gerekir. Hem parti başkanı, hem Cumhurbaşkanı bu Milletin genlerine uymamıştır. Herkese, eşit ve tarafsız yaklaşmayacak biri Cumhurbaşkanı da olmamalıdır. Siyaset yapma herkesin en doğal hakkıdır. Ama siyaset yapacak olanlar,tarafsızlık ve objektiflik gerektiren makamlarda oturmamalıdır.
                  2- Bizim toplumumuzda birey olma bilinci gelişmemiştir. Bu sadece eğitimle ilgili bir mesele de değildir. Toplumun en tabanından en tavanına kadar, hiç kimse hak ve ödevleri ile ilgili yeteri kadar bilince sahip değildir. Sahip olsada, kendini yeteri kadar güçlü hissetmemektedir. Tüm işler, emir komuta zinciri içerisinde yürür. Bu da sistem olarak, sakıncalı bir yere doğru gitmesine sebep olur.
                  3- Adalet bilinci yeteri kadar oturmamıştır. Hepimiz şahidiz, daha yasa yapıcılar,ne Anayasaya ne de yasalara tam anlamıyla uyma zorunluluğu duymazlar. Öyle olunca, vatandaştan yasalara tam anlamıyla uymasını beklemek olmaz. Herkesin anladığı Adalet, güçlü bir yakın,tanıdık bulma adaletidir. Oysa Adalet kişilerden beklenmez,kişiler sadece araçtır.Aslolan yasalardır. Adalet kendini yeteri kadar güçlü hissetmezse,güçlü olanın adaleti uygulanmaya başlar. Adaleti,yürütme,yasama kadar güç vermezseniz,sistemin adınında çok önemi yoktur.
                  4- Ülkemizde bürokrasinin oturmamış olması. Bir ülkenin ana damarları bürokrasisidir. Bürokrasisi oturmuş milletler beka sorunu yaşamazlar. Her iktidara gelen bürokrasisiyi kesip atar, kendine göre bürokrasi kurgularsa, o millet ileriye gidemez. Kçük fırtınalarda bile savrulur durur. Bürokrasiyi,yasa,ehliyet ve liyakat kapsamında oturmak bir Millet için olmazsa olmazdır. Bana yakın ona yakın değil,Millete yakın olması önemlidir.
                     Bir Milletin güçlü olması çok önemlidir. Güç aynı zamanda tehlikelidirde.Güç dış tehditlere karşı kullanılırsa ya da kullanılacaksa makbuldür. Gücü aldığın kaynağa doğru yöneltirsen,büyük tehlikelidir.
                     Demem O ki; Bu Başkanlık sistemi bu Ülkeye uymamıştır. Israrcı olmak ve her geçen gün Ülke için büyük bir kayıptır. İçerdeki gücü yerli yerine dağıtmak, dışarıya karşı ise toparlamak zaruridir.
                      Ülkemizin ve geleceğimizin zaman kaybına tahammülü yoktur. Sistem nasıl revize edilmeli,onun üzerine düşünmek ve tartışmak gerekir. Bu konuyla ilgili yazmaya devam edeceğim.


                                                                                                                         Hoşcakalın

17 Haziran 2019 Pazartesi

FİKRİ TENEFFÜS

                     Bakir bir arazi vermişler. Ben hatırlamıyorum. Bir nevi miras yani. Araziyi hazır etmeye çalışmış, aile,eş dost,hısım. Aslında bunların bir kısmını da hatırlamıyorum. Bir rehber verdiler, öğretmen adında. O nu da ben seçmedim. Şasnlıymışım ama, hakkını ödeyemem. Daha sonrada rehberlik edenler oldu. Hepsine şükran borçluyum.
                     Arazime ben Zeytin ağacı dikmeye karar verdim. Zor, meşakkatli, zaman alan bir seçim yapmışım. Laf aramızda, arazide biraz engebeli, rakımı da yüksek, biraz sert koşullar mevcut. Galiba fazla güven verdiler, ben de fazla güvendim kendime.
                    Hiç kolay olmadı, ağacı yetiştirmek. Korumak gerekti. İçten ve dıştan epey saldırılar oldu. Bazen su bastı,bazen fırtına koptu. İstenmeyen otlarda bitti. Epey mücadele etmek gerekti yani. Aslında hala devam ediyor mücadele ve edecek yaşam boyunca.
                    Her birimizin, arazileri var. Bir şeyler yetiştirme çabasındayız. Ben zeytin ağacı seçmişim, bir diğeri buğday. Kimi gül yetiştirmiş, kimi fındık, domates, soğan. Hepimizin biririne ihtiyacı var aslında. Birbirimizin eksiğini tamamlamak zorundayız. Öğreniyorsun herşeye yetemeyeceğini, bir tutam tuza bile ne kadar ihtiyaç duyduğunu.
                     İşte burdaki araziler, kendi beynimiz. Diktiğimiz fidanlar,fideler fikirlerimiz. Büyüttüğümüz,yetiştirdiğimiz,emek emek, işlediğimiz düşünce dünyamız.
                    Düşünce dünyamızı oluştururken epey zorluklardan geçiyorsun. Sınavlar veriyorsun. Bazen bir anda ömründen ömür gidiyor. Fikrinle sen oluyorsun. Bazen onun için hayatını ortaya koyuyorsun.
                    Anla be kardeşim, yok birbirimizden farkımız,üstünlüğümüz. Farklılığımız aslında gücümüz. Gül yetiştirdi diye dışlanabilir mi insan. Ayçiçeği yetiştirmişse kötü denebilir mi? Bu bizim familyadan değil uzak dur denir mi? Tercih edilmişse çay, neden tercih ettiniz denir mi? Güç bende diye tarlaya bodoslama dalınır mı? Kurutmak için, her türlü kirli oyun oynanır mı?
                    Yok kardeşim, Fikir ancak fikirle mücadele edilir. Ne kadar zor ve acı versede. Senin fikrin güçlüyse korkmana gerek yok. Alt et diğer fikri. Güç kuvvetle ertelersin,yenemezsin.


                                                                                                                          Esen Kalın

25 Mayıs 2019 Cumartesi

KİŞİLİK, Mizaç ve Karakter

                     Kişilik,mizaç ve karakter,günlük yaşamımızda sık kullandığımız kavramlar olmasına rağmen çok sık birbirine karıştırılan kavramlardır. Bu konuyu seçmemin sebebi ise, bir insanı tanmak için bu kavramları iyi bilmek gerekir.
                     Ayrıntıya geçmeden önce, mizaç ve karakterin, kişiliği oluşturan ana parçalar olduğunu bilmemiz lazım.
                     Mizaç: Kişiliğimizin,genlerden gelen,biyolojik ve içgüdüsel süreçlerle meydana gelmiş temel yapısıdır. İşin aslı, kişiliğimizin her zaman,ilk görünen parçasıdır mizaç. Halk dilinde armudun dibine düşmesidir. İnsanın tabiatı da denir.
                    Antik Yunan doktoru Hipokrat, ilk, insan tabiatı üzerine teori üreten kişidir. 4 Farklı insan tabiatı üzeri kurgulamıştır.
                 1- Asabi (Sarı safra) : Çabuk sinirlenen,tutkulu ve enerjik insanlar
                 2- Melankolik (Kara safra) : Kolayca morali bozulan, büyük bir sanatsal duyarlılığı olan, üzgün insanlar
                 3- Soğukkanlı (Balgam) : Soğuk ve rasyonel insanlar
                 4- Ümitli (Kan) : Sevgisini ifade edebilen, kendineden emin,mutlu ve iyimser insanlar
                    Bunları okuduktan sonra, şöyle düşünebilirsiniz? Ben bunların birden fazlasına sahibim. Bu doğru olabilir. Ancak mutlaka biri daha fazla baskındır. Siz diğer kısmını kazanmış olma ihtimaliniz yüksektir. İşte burda karakter devreye giriyor.
                   Karakter: Kişiliğin eğitimle, sosyal olarak öğrenilebilen kısmıdır. Hem doğal hemde öğrenerek edindiğimiz deneyimlerdir. Hayatınız boyunca yaşadığınız sosyal etkileşimlerin sonucu olarak oluşur. urda bir parantez açmakta fayda var. Kişi öğrenimlerinin çok büyük bir kısmını, yaklaşık olarak %70 ini 0-6 yaş arasında oluşturur. Yani kişiliğinin büyük bir kısmı bu süreçte meydana gelir. Diğer önemli bir soru ise, bu süreyi kimlerle geçirdiği. Genellikle anne baba ile. Peki anne baba bu süreç için yeterli mi? Aslında sorunlarımızın bir büyüğü de bu. Bu süreç daha önceden geniş ailelerde geçiriliyordu. Büyükanne, büyükbaba, hala, teyze, dayı,amca, Hatta mahalle kültürü de vardı. Sosyal etkileşim ve öğrenme faklılıkları ile birbirlerinin eksikliklerini tamamlama imkanı vardı. Hızlı şehirleşme ile birlikte malesef bu alan çöktü.
                   Neyse belki ileride bu konuyu daha geniş konuşuruz. Şimdi konumuza geri dönelim,
                   Kişilik: Mizacın ve etrafında dönen çevresel etkenlerin sonucu oluşan davranış kalıplarının toplamıdır. Sadece genetik mirasın ürünü değildir. Kısaca kişilik, mizaç ve karakterin oluşturduğu yapıdır.
                    Aslında şöyle tarif edebiliriz. Kişilik çizdiğimiz resimdir. Neyin üstüne çizdiğimiz, kağıt,tahta,demir,su bu mizaçtır. Verdiğimiz şekil de karakter. Hangi malzemeye, ne tür araçlarla ne şekli verdiğimiz çok önemlidir. Yoksa düzgün kişik oluşturmamız mümkün değildir. Mesela kağıda, demirle şekil veremezsin,demiri suyla.
                     Psikolojik problemlerin en önemli bölümü kişilikle ilgili olanlarıdır. İlerde önemli Kişilik bozukluklarından bahsedeceğim. Görüşmek üzere.


                                                                                                      Hoşça Kalın

22 Şubat 2019 Cuma

BEKA Sorunsalı Üzerine

                    Selçuklu'ların en parlak dönemidir Sultan Alaaddin Keykubat dönemi. Sultan Alaaddin,kendinden sonra veliaht olarak küçük oğlu Kılıçarslan'ı veliaht tayin etmişti. Ve sonra Sultan Alaaddin öldürüldü. Yerine de büyük oğlu Gıyasettin Keyhüsrev sultan olarak başa geçti. Özellikle Anadolu'daki Türkmen beyleri ve Halk, Sultan Alaaddin'in ölümünden oğlu Keyhüsrev'i sorumlu tutuyordu. Ve o'nun Sultanlığını kabul etmiyorlardı. Tabi Sultan Keyhüsrev boş durmuyordu. Önce kardeşi Kılıçarslanı öldürttü. Sonra kendi Sultanlığını kabul etmeyen Türkmen boylarını ve halkı düşman ilan edip,buna terörist de diyebilirsiniz, üstlerine yürüyordu. Hatta Kendi istediğini yerine getirecek kadı bulamadığı için,Abbasi halifesinden Kadı istediği de bilinir. Bu mücadele epey uzun sürdü. Ta ki Anadolu'yu Moğol istilası başlayana kadar. Moğollar Anadolu üzerine yürüyünce Sultan Keyhüsrev, aralarında Türkmen boylarının da olduğu ve hatta ülke dışındaki güçlerden de destek alarak,yaklaşık yüzbine yakın bir ordu toplayıp Moğolları Kösedağ'da karşılamaya gitti. Moğol'larında yaklaşık kırkbin askeri bulunuyordu. İlk Moğol saldırısı sonrası, ordusunu ve içindeki Türkmenleriihatta dışardan gelen kuvvetleri güvenmediği için savaş alanından kaçtı. Böylece Kösedağ savaşı kaybedildi. Moğollarda Anadolu işgalini şehir şehir devam etti. Sultan Keyhüsrev, başkent Konya'da bile kendini güvende hissetmeyip, Alanya'ya kaçtı. Sonra Moğollarla anlaşmak için bir heyet gönderdi. Ve Moğollarla her yıl çok ağır bir vergi ödemek koşuluyla anlaştı. Böylece Selçuklular, ekonomik olarakta çok büyük bir zaafiyete uğramış oldu. Sonraki dönemde Anadolu'da, Moğol güdümüne giren şeyhler,dervişler,valiler, müderrisler görmek epey yaygın. Hatta Moğollardan icazet alan Selçuklu Sultanı görmekte mümkün. Yani o dönem Anadoluya Moğollar hakim diyebiliriz. Ta ki Türkmen beyleri, beylikler ve Halk Moğollara karşı mücadeleye girene kadar. Anadolu'nun o yüz senesi buhranlarla dolu. Ama sonra Osmanlılar ile yeniden ayağa kalkmayı bilmiş bu millet.
                    Demem O ki ;
                    İktidarının meşruiyetinde bir sorun varsa
                    Halkının bir kısmını düşmanlaştırıyorsan
                    Adaleti yok edip kendi adaletini sağlamaya çalışıyorsan
                    İktidarda kalmak için ekonomik tavizler veriyorsan
                    Yeri geldiğinde seni eleştirecek,yeri geldiğinde denetleyecek mekanizmaları lağvediyorsan
                     Hele bir de nesli iyi eğitip yetiştiremiyorsan,dışardan karşılıyorsan
                    Tabiki  Beka sorunundan bahsedilebilir.
                    Bu yazdıklarım Sekizyüz sene öncesine ait Anadoluda yaşananlar. Yakında bu döneme ait yeni kitabımda daha detaylar okuyabilirsiniz. :) Şimdiden reklam yapmışta olayım.
                    Son olarak; Bu Millet, tarihte de büyük buhranlar yaşamış ama her defasında ayağa kalkmayı başarmıştır. Ve hep başaracaktır. Ve hiç bir dönem buhranlara neden olan Halkın kendisi olmamıştır. Yönetenler dönüp kendilerine bir bakmaları gerekir. Gerçek tarihtede alınacak çok ibretler var gerçekten.


                                                                                                                        Esen Kalın

24 Ocak 2019 Perşembe

DEĞERSİZLİK Hissi

                    Kişinin kendini değerli hissetmesi en temel ihtiyaçlardandır. Değersizlizlik hissi ise kişinin kendini değersiz ve yetersiz hissetmesi, çok yeterli bir tanımlama değildir. Çünkü bu hislerin çok büyük bir kısmı bilinç düzeyinde değil,bilinçaltında gerçekleşir.
                   Şimdi bunu biraz açıklayalım. Bilinç düzeyinde hiç kimse kendisinin değersiz ve yetersiz olduğunu kabul etmek istemez. Genellikle bunu bilinçaltında saklar. Ve bunu davranışları ile ortaya çıkartır. O halde hangi davranışlarımız bizim bilinçaltında değersizlik hissettiğimizi anlatır. Doğru soru bu olmalı.
                1- İlk sırayı ve en önemlisi utanç duygusudur. Aşırı utanç duyan biri genelde kendini değersiz ve yetersiz hissediyor demektir.
                2- İkinci olarak kendini aşırı eleştiren kişiler. Buna içses olarak kendini eleştirenleride eklemeliyiz.
                3- Üçüncü olarak, aşırı kıskanç olan kişilerde kendini değersiz hisseden kişilerdir diyebiliriz.
                4- Son olarak ise, aşırı alıngan, kırılgan kişiler genellikle kendini değersiz hisseden kişilerdir diyebiliriz.
                Bilinçaltında değersizlik hissi varsa ve yukarıdaki davranışları sergileyen kişiler, genellikle bunlar ile başetme yöntemleri geliştirirler. Ama genelde geliştirmiş olduğu bu yöntemler kişinin değersizlik hissini gidermez, hatta devamını sağlayan yöntemlerdir diyebiliriz. Şimdi değersizlik hissi ile başetmek için hangi yöntemleri kullanır buna biraz bakalım.
                1- İlk olarak ve en çok kullanılan yöntem, kaçınma davranışıdır. Kişi kendini değersiz hissettirecek her türlü ortam, durum ve kişilerden kaçınır. Okula gitmek istemeyen bir çocuk buna örnek olabilir mesela.
                2- İkinci geliştirilen yöntem, teslim olmadır. Kişi kendini değersiz hissini kabul ettiği için, hayatına kendine en çok eleştiren,küçümseyen kişilerden kurar. Diğreleri ile sağlıklı iletişim kuramaz.
               3- Son başetme yöntemi ise aşırı telafi etme eğilimidir. Kişi değersizlik hissini hiç algılamamak için,hayatına yüksek standartlar getirir. Başk bir deyişle mükemmelliyetçi olurlar. Bu kişiler genelde hayır diyemeyen kişilerdir.
               Baştada söylediğim gibi,bu başetme yöntemlerini kullanan kişiler değersizlik hissini gidermez,aksine devamını sağlar. Kişi,ortam ve duruma göre bunların herbirini kullanabilir.
                Şimdi de değersizlik yada yetersizlik hissi nasıl oluşur biraz ona bakalım; Genel olarak bu his kişinin çocukluk dönemine dayanır. Bu dönemde, okul yada aile içinde fikirleri,davranışları ve ihtiyaçları yeterince değerli bulunulmadı ise aynı zamanda bunları söylemesi zor yada söylediğinde aşırı eleştirildi ise olabilir. Birde aynı ortamlarda kardeş yada başka çocuklar ile kıyaslandıysa da çocuk değersizlik hissi oluşturmuş olabilir. Bu dönemdeki çocuklar iyi takip edilmeli.
                 Unutmadan şunu da söylemeliyim. Değersizlik hissini,kaçınma yöntemi ile başetmeye çalışanlar, aşırı yeme, aşırı bağımlı olma gibi yöntemlerede başvurabilirler.
                 Son olarak, Değersizlik ve yetersizlik hissi ile nasıl başedebiliriz ondan bahsedelim. Zaten bu yazıyı okudunuz,anladınız ve özümsediysenizi bu his ile doğru mücadele etmeye başladınız diyebiliriz. :) Gerçekten bu düşünce ve davranışlar sizde varsa, bunun sadece sizin içinizde bir his olduğunu,bunun dışardan görünmediğini bilmeniz düşüncelerinizi yönlendirme açısından çok önemlidir. Ve yukarda bahsettiğimiz bu güne kadar kullandığınız başetme yöntemlerinin tam aksini yapmaya başlarsanız çözüm olacaktır.
                  Ve şunu unutmayın, Değerli hissetmek bir ihtiyaçtır. Kayıtsız, şartsiz her birey değerli olmayı hakeder.



                                                                                                                        Kıymetli Kalın