Madem bu kadar siyaset yapıyoruz. Biraz siyasi terminolojiyi bilmekte fayda var. Yoksa bir başkalarının size biçtiği gömleği,ne olduğunu bilmeden giymeye devam edersiniz.
Birine sorsanız,sağcı mısın,solcu musun diye herkes ya sağcıdır yada solcudur da çoğu sağ nedir sol nedir bilmez. Şimdi sizlerle biraz bu konuları tartışacağım. Bakalım düşündüklerinizle gerçekler örtüşüyor muymuş?
Önce sağ,sol adını nereden gelmiş ona bakalım. Fransa'da, Fransız ihtilali (Kralın yetkilerinin azaltılması ve özgürlüklerinin önünün açılması olarak özetleyebiliriz) sonrası,zengin yine zengin olmaya devam etmekte,Halk yine fakirlik içinde yaşamaya devam etmektedir. Bu dönemde Kralı ve zenginleri destekleyenler meclisin sağına, yenileşmeyi ve halkın haklarının artırılmasını savunanlar ise meclisin soluna oturuyorlardı. Sağ ve sol kavramları buradan kalmadır Dünyaya.
Zaman içinde Dünyada, sürekli yeniliği savunanlar ve halkın yaşam standartlarının yükselmesini savunanlar sol görüşlü, Mevcut düzenin devamını savunanlar ise sağ görüşlü kabul edilmiştir.
Günümüzde ise yine Dünyada sol ve sağ görüş tamamen ekonomik anlayışı temsil etmektedir. Yani sağcı ise sermaye sahiplerinin istekleri doğrultusunda gelişimi, aslında kapitalizmi savunur. Solcu ise halkın gelir seviyesinin artmasını öngören bir gelişme modelini savunur.
Anlaşılacağı gibi Dünyada sol ve sağ görüş bu şekilde anlaşılmaktadır. Türkiye'de ise algı bambaşka.
Ben şimdi size aşırı soldan, aşırı sağa doğru kavramların Dünyada ve Türkiye'de ne anlama geldiklerini kısaca kıyaslamaya çalışacağım. Sizde kendinizin nerede olduğunuzu çıkartmaya çalışın.
ANARŞİZM en aşırı sol anarşizm olarak kabul edilir.Halkın özgürlüklerinin sınırsız hale gelmesi gerektiğini savunur. Hiç bir kuralın varlığını kabul etmez. Türkiye'de ise anarşizm terör ve şiddetle özdeşleştirilmiştir. Halbuki terör organize bir harekettir belirli bir yönetimi vardır. Anarşizm otorite kabul etmez.
KOMÜNİZM Zengin ve fakir ayırımını reddettiği gibi sosyal sınıfların varlığını da reddeder. Vatan ve sınırların olmamasını savunur. Yani ülke kavramı ile kavgalıdır. O yüzden solun uçlarından kabul edilir. Türkiye'de ki algı ise tamamen dinsizlik üzerinedir. Halbuki sınıf kavramı olmadıktan sonra dinle bir sorunu yoktur.
SOSYAL DEMOKRASİ Sosyal Demokrasi de zengin fakir ayrımını kabul etmez.Eşitlikçi bir toplum modeli öngörür. Çalışanın emeğinin tam karşılığını almasını savunur.Sermayeye karşı değildir ama emekten yanadır. Komünizmden farkı vatan ve ülke kavramlarını savunmasıdır. Türkiye'de ise daha çok komünizmle karıştırılmaktadır.
MERKEZ SOL ve MERKEZ SAĞ Ben bu kavramların ikisini de aynı anda ele aldım. Çünkü aralarında çok ince bir çizgi kadar fark var. Karar mekanizmalarının, karar almasının son aşamasındayken tarafını sermayeden yana kullanıyorsa sağ, emekten yana kullanıyorsa sol olarak kabul edilir. Türkiye'de ise ikisinin arasındaki fark sanki bir uçtan öbür uca gibi bir algı vardır. Galiba bu algı sol olunca dinsiz olunur algısından kaynaklanıyor.
MİLLİYETÇİLİK Milliyetçiliği buraya aldım. Çünkü milliyetçi olmak için sağcı yada solcu olmaya gerek yoktur. Milletini seven herkes milliyetçi olabilir. Türkiye'de durum biraz farklı;önce milliyetçilik dindarlıkmış gibi algılanıyor.tam terside doğru dindarsa milliyetçi gibi.halbuki böyle değildir.Her dindar milliyetçi,hatta bizdekilerin çoğu ümmetçidir, her milliyetçi de dindar değildir.
Sonra milliyetçilik, ırkçılıkla karıştırılıyor.Millet kavramının içinde sadece bir ırk olmadığı bilinse bile bu algı pek değiştirilemiyor. Ekonomik model olarak milliyetçilik daha çok sermayeden tarafa değil Halktan yanadır.
LİBERALİZM Liberalizm tüm özgürlükleri savunur. Ne zenginden tarafadır,ne fakirden tarafa. Mülk edinme hakkını da savunduğu için zengin fakirin üzerinden onu sömürerek daha zengin olur eleştirilerine maruz kalmıştır. Türkiye'de ise zengin sınıfın tarafında olarak algılanır.
MUHAFAZAKARLIK Yaşanılan toplumda kalıplaşmış değerle ne ise onların hiç değiştirilmeden,yenilenmeden devamını savunur. Ekonomik model olarak ise liberalizme benzer.Zenginleşmenin yada fakirleşmenin önünde engel yoktur. Türkiye'de ise tamamen dini değerlerin korunması olarak algılanır. Çok yenilikçi bir dindar bile muhafazakar olarak değerlendirilir.
FAŞİZM Lider ne derse topluluk onu hiç sorgulamadan izler. Topluluk değerlere haddinden fazla bağlanınca kendini üstün görmeye başlar. Din,dil,ırk gibi kavramlara aşırı bir bağımlılık vardır. Lider istediği amaç doğrultusunda her şeyi her yolla gerçekleştirir. Buda aşırı sağdır. Türkiye'de ise sadece ırk üzerinden faşizm algılanır.
Kısaca sol ve sağ kavramlarını inceledik. Şimdi ise oy aldığı kesimlere bakalım. Dünyada sol fakir ve işsizlerden daha fazla oy alır. Çünkü sol halkın gelir seviyesini üst noktaya çıkartma iddiasındadır. Oysa Ülkemizde okumuş,iş ve sermaye sahileri sola oy verirken fakir, işsiz, köylü sağa oy verir. Yani Dünyanın tam tersi.
Türkiye'de sağın sağ, solun sol olarak algılanmadığını anlamış olduk. Buda bizim siyaset anlayışımızın ne kadar sığ ve kalıplar içerisinde yönlendirildiğini de öğrendik. Yani bizdeki siyasetin yalanlar üzerine kurulduğunu da anladık.
Yazıyı okuduysanız ve hala siyasi görüşünüz değişmediyse yada neyi savunduğunuzun farkında değilseniz KORKMAYIN yalnız değilsiniz.
Saygılar.
30 Mayıs 2015 Cumartesi
23 Mayıs 2015 Cumartesi
İyi Dinle Arkadaş
Görüyorum ki şimdiye kadar yazdıklarımdan rahatsız olan eş, dost, akrabalarım var. İyi bir yazar buna girmez ama ben tekrar etme arzusundayım.Sırf sizlere değer verdiğim için.
Değerli dostlar, öncelikle benim yazdıklarım ve söylediklerimin muhatabı sizler değilsiniz ki alınganlık gösteriyorsunuz.Alınganlık göstermesi gerekenler icraat makamında olanlar.
Şimdi daha iyi anlaşılsın diye madde madde tekrar edeceğim.
1- Aydınlara düşünenlere diyorum ki, Arkadaş aydın dediğin belli bir hizibin tarafı olamaz olmamalıdır. Olacaksa Halkın tarafı olmalılar. Sizlerin görevi toplumu doğru bilgilendirmek,yol göstermek olmalı manüplasyon yapmak değil. Sizler görevinizi yapmıyorsunuz.
2- Sivil, Demokratik bir Anayasa yapmamız lazım. Bu Anayasayı yaparken çoğulcu,her kesimin görüş,öneri ve katkılarının alınması lazım. Toplumsal bir uzlaşı ile olsun bu zaruri bir durumdur. Yoksa bu topraklarda huzurlu bir şekilde yaşayamayız. Sizlere de diyorum ki, Kim biz çogunluğuz istediğimiz gibi Anayasa yaparız derse onları desteklemeyin.
3- Benim Devlet anlayışımda, teröristle muhatap olup müzakere yapmak olmayacak bir durum. Eğer müzakere yapacaksanız sivil ayakları var onlarla yapmalısınız,onlar kimle muhatap olacaksa olsun. Ama siz öyle yapmadınız, çok büyük bir hata yaptınız. ABD başta olmak üzere bazı ülkelerde pkk nın terör listelerinden çıkarılma teklifleri geliyor,bunu sağlayanda sizsiniz. Terör örgütünü dünya nezdinde meşruiyet sağladınız.
Bu arada şunu söylemeden de geçemeyeceğim, Kürt siyasi hareketinin tüm ülkede meşru siyaset yapma arzusunu çok önemsiyorum. Bu arzu onları ve tüm ülkeyi, terörle arasına mesafe koymasınada sağlayacaktır. Onlar bu konuda desteklenmeli. Bu ülkenin yararına bir durum. Ama siz ne yapıyorsunuz daha terörize etme çabasına giriyorsunuz.Ne uğruna temsiliyeti haksız bir şekilde gasp etme uğruna.
Arkadaşım sanada diyorum ki, teröristle ve pazarlık yapanla değil meşru bir şekilde siyaset yapacağım diyene bir şans ver. Sonra sonuçlarına bakarız.
4- Diyorum ki Ey Müslüman kardeşim uyan artık. Senin değerlerin üzerinden insanlar güç devşirme derdinde buna izin verme. Siyasi İslam tezi üzerinde hiç çalışılmamış bir alan. Size bunlarla geldiklerinde bilin ki sizi kandırmaya çalışıyorlar. Değerlerinizi suistimal ediyorlar, kanma. İslam değerleri çok önemlidir fakat bunun bilimle, fenle karşılaştırılmasına izin verme. İslam bilim ve fen'e ne bir engeldir nede bir katkı sağlar. Sen anca iyi çalışırsan bunu başarabilirsin.
5- Sonra diyorum ki, ülkemde uluslararası bir Demokrasi olsun. Kimse fikrinden yeda fikrini söylemekten dolayı kötü bir muamaleye tabi tutulmasın
Her fikrin temsiliyeti her platformda mümkün olsun. Bunun önündeki engeller kaldırılsın.
Bilimin önünde engel ve baskılar olmasın özgür üniversiteler olsun.
Gücü eline geçirenler, bu gücü kendi çıkarları için kullanmasın.
Her bir birey gibi yönetenlerde hukuk karşısında hesap versin.Hatta yönetenlerin hesap vermeleri daha kolay olsun. Sonuçta herşeyimizi onlara emanet ediyoruz.
Şimdi Ey Arkadaşım; Biz bunları yazıyoruz söylüyoruz diye bizi iktidara karşı olmakla suçluyorsun, bu konuda haklısın, haksız olduğun nokta ise şurası; Bizim bu söylediklerimizi gerçekleştirecek makamlar yönetme makamında olanlar. Dertlerimizi ve eleştirilerimizi onlara söylemeyeceğiz de kime söyleyeceğiz. Sen bunun altında art niyet arıyorsan kusura bakma ama asıl art niyetli olan sensin. Yada bilmiyorsun.
Sonuç olarak; Geleceğimize, yaşanabilir bir ülke bırakmak istiyorsak, yetki verdiklerimizi denetlemek, eleştirmek, daha iyisini istemek bizlerin gerçek sorumluluğu. Şayet bunu yapmıyorsak gelecek adına endişeli olmak lazım. Bizler yazmaya, söylemeye, eleştirmeye devam edeceğiz. Bunu böyle bilin. Bizi asıl üzen şey ise bizi susturma çabasında olanlar en yakınlarımız, arkadaşımız,dostumuz,akrabamız.
Bence bir kere daha düşünün.
Selamlar.
Değerli dostlar, öncelikle benim yazdıklarım ve söylediklerimin muhatabı sizler değilsiniz ki alınganlık gösteriyorsunuz.Alınganlık göstermesi gerekenler icraat makamında olanlar.
Şimdi daha iyi anlaşılsın diye madde madde tekrar edeceğim.
1- Aydınlara düşünenlere diyorum ki, Arkadaş aydın dediğin belli bir hizibin tarafı olamaz olmamalıdır. Olacaksa Halkın tarafı olmalılar. Sizlerin görevi toplumu doğru bilgilendirmek,yol göstermek olmalı manüplasyon yapmak değil. Sizler görevinizi yapmıyorsunuz.
2- Sivil, Demokratik bir Anayasa yapmamız lazım. Bu Anayasayı yaparken çoğulcu,her kesimin görüş,öneri ve katkılarının alınması lazım. Toplumsal bir uzlaşı ile olsun bu zaruri bir durumdur. Yoksa bu topraklarda huzurlu bir şekilde yaşayamayız. Sizlere de diyorum ki, Kim biz çogunluğuz istediğimiz gibi Anayasa yaparız derse onları desteklemeyin.
3- Benim Devlet anlayışımda, teröristle muhatap olup müzakere yapmak olmayacak bir durum. Eğer müzakere yapacaksanız sivil ayakları var onlarla yapmalısınız,onlar kimle muhatap olacaksa olsun. Ama siz öyle yapmadınız, çok büyük bir hata yaptınız. ABD başta olmak üzere bazı ülkelerde pkk nın terör listelerinden çıkarılma teklifleri geliyor,bunu sağlayanda sizsiniz. Terör örgütünü dünya nezdinde meşruiyet sağladınız.
Bu arada şunu söylemeden de geçemeyeceğim, Kürt siyasi hareketinin tüm ülkede meşru siyaset yapma arzusunu çok önemsiyorum. Bu arzu onları ve tüm ülkeyi, terörle arasına mesafe koymasınada sağlayacaktır. Onlar bu konuda desteklenmeli. Bu ülkenin yararına bir durum. Ama siz ne yapıyorsunuz daha terörize etme çabasına giriyorsunuz.Ne uğruna temsiliyeti haksız bir şekilde gasp etme uğruna.
Arkadaşım sanada diyorum ki, teröristle ve pazarlık yapanla değil meşru bir şekilde siyaset yapacağım diyene bir şans ver. Sonra sonuçlarına bakarız.
4- Diyorum ki Ey Müslüman kardeşim uyan artık. Senin değerlerin üzerinden insanlar güç devşirme derdinde buna izin verme. Siyasi İslam tezi üzerinde hiç çalışılmamış bir alan. Size bunlarla geldiklerinde bilin ki sizi kandırmaya çalışıyorlar. Değerlerinizi suistimal ediyorlar, kanma. İslam değerleri çok önemlidir fakat bunun bilimle, fenle karşılaştırılmasına izin verme. İslam bilim ve fen'e ne bir engeldir nede bir katkı sağlar. Sen anca iyi çalışırsan bunu başarabilirsin.
5- Sonra diyorum ki, ülkemde uluslararası bir Demokrasi olsun. Kimse fikrinden yeda fikrini söylemekten dolayı kötü bir muamaleye tabi tutulmasın
Her fikrin temsiliyeti her platformda mümkün olsun. Bunun önündeki engeller kaldırılsın.
Bilimin önünde engel ve baskılar olmasın özgür üniversiteler olsun.
Gücü eline geçirenler, bu gücü kendi çıkarları için kullanmasın.
Her bir birey gibi yönetenlerde hukuk karşısında hesap versin.Hatta yönetenlerin hesap vermeleri daha kolay olsun. Sonuçta herşeyimizi onlara emanet ediyoruz.
Şimdi Ey Arkadaşım; Biz bunları yazıyoruz söylüyoruz diye bizi iktidara karşı olmakla suçluyorsun, bu konuda haklısın, haksız olduğun nokta ise şurası; Bizim bu söylediklerimizi gerçekleştirecek makamlar yönetme makamında olanlar. Dertlerimizi ve eleştirilerimizi onlara söylemeyeceğiz de kime söyleyeceğiz. Sen bunun altında art niyet arıyorsan kusura bakma ama asıl art niyetli olan sensin. Yada bilmiyorsun.
Sonuç olarak; Geleceğimize, yaşanabilir bir ülke bırakmak istiyorsak, yetki verdiklerimizi denetlemek, eleştirmek, daha iyisini istemek bizlerin gerçek sorumluluğu. Şayet bunu yapmıyorsak gelecek adına endişeli olmak lazım. Bizler yazmaya, söylemeye, eleştirmeye devam edeceğiz. Bunu böyle bilin. Bizi asıl üzen şey ise bizi susturma çabasında olanlar en yakınlarımız, arkadaşımız,dostumuz,akrabamız.
Bence bir kere daha düşünün.
Selamlar.
15 Mayıs 2015 Cuma
Kenan Evren'in Ardından
12 Eylül 1980 darbesinde çok küçüktüm, iyi hatırlayamıyorum. Arkadaşlarla boş sokaklarda koşuşturduğumuz, silahların toplandığı yere gidip boyumuzun yetmediği parmaklıklara tırmandığımız, ve kabzası kırmızı o tabanca dışında.
Çocuk olduğumuz için devletle karşılaşmadık en azından biz öyle birşey hissetmedik. Askeri nizam içinde geçti öğrenciliğimiz.Biz bunun normal hayatın akışı zannettik hep, sorgulamıyorduk. Başımızdaki otorite kim ise herşeyin en iyisini bilir.Bizim için en iyiyi o karar verirdi. Devleti yönetenlerden bahsetmiyorum. Zaten oralara ulaşmak hayal dünyamızın dışında. Bahsettiğim belki bir öğretmen, belki bir müdür,belki bir muhtar yani. Sorgulamıyorduk çünkü çocuktuk.
Bakıyorum da arkaya, herkes ne çabuk hizalanmış otoritenin karşısında. Düzenin çarkları çok çabuk adapte olmuş normal yaşantıya. Demek büyüklerde çok sorgulamamış anlaşılan. Benim o dönem gördüğüm içlerini bilmem ama dışarıdan herşeyin uyum içinde görünüyor olması.
Benim kuşağım aslında kayıp kuşak. Bizler hiç karşımızdakileri sorgulamadan büyüdük. Üstümüzde kim varsa kayıtsız şartsız itaat edilmeli anlayışı içinde yetiştirildik. Aksi zaten hayal dünyamızda dahi yoktu. Bu da bir itiraf olsun, bizim kuşağın bu algılayıştan kurtulduğunu sanmıyorum.Belki bir kısmı.
Sonradan anlıyoruz ki, sistem böyle kurulmuştu. Sorgulayan ve düşünen insanlar istemiyorlardı. İtaat edecek,boyun eğecek, kafayı onların istediklerine yoracak insanlar kurgulamış olsalar gerek.
Fakat ilerleyen zamanlarda sistemi zorlayan hatta delmeye çalışanlar türedi. Bunlar İslami gruplar, Kürtler ve belki bir kısın devrimciler. Bunlar sistemi arkadan dolanma çabasındaydılar. Kendilerini buna mecbur hissediyorlardı. Bir görünür yüzleri vardı bir de görünmeyen yüzleri. Aslında buna illegalitenin yaygın yaşandığı dönem diyebiliriz. Bizim başka ajandamız yok diyenler aslında ajanda gizleme taktiği uygulamış.
Şimdi daha iyi anlıyoruz ki legal çizgide kalanlar hep baskı altında ezilmiş çalışmamış yada çalıştırılmamışlar. Hala daha sistemle, illegal mücadele edenle, legal çizgide mücadele etme çabası içinde olanlar var. Bu gerçekten çok zor bir mücadele.
Farkındaysanız, bu zamanlarda legal ile illegali aynı anda kullanan oluşumlar ülkenin kaderini belirleyebilecek güçteler. Aynı zamanda ülkeyi de kontrol ediyorlar. Bizlerde uzaktan olup biteni yorumlama çabasındayız. İşte 80 darbesinin ülkeye getirdiği budur.
Bunu biraz daha açmak istiyorum.
82 Anayasası ile hayatımıza giren ve aslında öyle olmayan yapılanmalar:
Demokratik devlet, Demokratik miyiz HAYIR
Laik devlet. Laik miyiz HAYIR
Sosyal devlet. Sosyal miyiz HAYIR
Hukuk devleti. Öyle miyiz HAYIR
Darbe şartlarında tüm kontrolü elinde tutsun diye çok güçlü ve sorumlu olmayan bir Cumhurbaşkanlığı
Parti başkanlarının iki dudağı arasında olan siyasi partiler yasası. ve onun oluşturduğu Parlamento
Halkın gerçek iradesinin meclise yansımadığı %10 baraj sistemi
Askerin tüm yönetimsel araçlara etkin olması için getirilen Milli Güvenlik Kurulu
Öğrencileri kontrol etsin diye getirilen. Bilimsel üretimin önündeki en büyük engel olan Yüksek Öğretim Kurulu
Devletin aynı zamanda siyasi iktidarın istediği gibi kullandığı yeri geldiğinde gözü kulağı bazende sopası olan Vali ve Kaymakamlık sistemi.
Ne kadar kolayca darmadağın edildiğini gördüğümüz kuvvetler ayrılığı prensibi. yani yasama yürütme ve yargının birbirinden bağımsız olması gerektiği.
Siz hala bu sisteme Demokratik Parlamenter sistem mi diyorsunuz?
Alın size daha çarpıcı bir analiz daha; Uluslararası hukuk baz alındığında bu örgütlenmelerin hemen hemen hepsini, Legal görünümlü illegal örgütlenme sayabilirsiniz.
80 Darbesi ve Kenan Evren'in getirdiği Anayasa ile ülkenin geldiği yer burası. İşin daha komiği hala daha biz mi getirdik diye savunanlar var. Sizi değiştirin diye getirdik.
Muhabbetle.
Çocuk olduğumuz için devletle karşılaşmadık en azından biz öyle birşey hissetmedik. Askeri nizam içinde geçti öğrenciliğimiz.Biz bunun normal hayatın akışı zannettik hep, sorgulamıyorduk. Başımızdaki otorite kim ise herşeyin en iyisini bilir.Bizim için en iyiyi o karar verirdi. Devleti yönetenlerden bahsetmiyorum. Zaten oralara ulaşmak hayal dünyamızın dışında. Bahsettiğim belki bir öğretmen, belki bir müdür,belki bir muhtar yani. Sorgulamıyorduk çünkü çocuktuk.
Bakıyorum da arkaya, herkes ne çabuk hizalanmış otoritenin karşısında. Düzenin çarkları çok çabuk adapte olmuş normal yaşantıya. Demek büyüklerde çok sorgulamamış anlaşılan. Benim o dönem gördüğüm içlerini bilmem ama dışarıdan herşeyin uyum içinde görünüyor olması.
Benim kuşağım aslında kayıp kuşak. Bizler hiç karşımızdakileri sorgulamadan büyüdük. Üstümüzde kim varsa kayıtsız şartsız itaat edilmeli anlayışı içinde yetiştirildik. Aksi zaten hayal dünyamızda dahi yoktu. Bu da bir itiraf olsun, bizim kuşağın bu algılayıştan kurtulduğunu sanmıyorum.Belki bir kısmı.
Sonradan anlıyoruz ki, sistem böyle kurulmuştu. Sorgulayan ve düşünen insanlar istemiyorlardı. İtaat edecek,boyun eğecek, kafayı onların istediklerine yoracak insanlar kurgulamış olsalar gerek.
Fakat ilerleyen zamanlarda sistemi zorlayan hatta delmeye çalışanlar türedi. Bunlar İslami gruplar, Kürtler ve belki bir kısın devrimciler. Bunlar sistemi arkadan dolanma çabasındaydılar. Kendilerini buna mecbur hissediyorlardı. Bir görünür yüzleri vardı bir de görünmeyen yüzleri. Aslında buna illegalitenin yaygın yaşandığı dönem diyebiliriz. Bizim başka ajandamız yok diyenler aslında ajanda gizleme taktiği uygulamış.
Şimdi daha iyi anlıyoruz ki legal çizgide kalanlar hep baskı altında ezilmiş çalışmamış yada çalıştırılmamışlar. Hala daha sistemle, illegal mücadele edenle, legal çizgide mücadele etme çabası içinde olanlar var. Bu gerçekten çok zor bir mücadele.
Farkındaysanız, bu zamanlarda legal ile illegali aynı anda kullanan oluşumlar ülkenin kaderini belirleyebilecek güçteler. Aynı zamanda ülkeyi de kontrol ediyorlar. Bizlerde uzaktan olup biteni yorumlama çabasındayız. İşte 80 darbesinin ülkeye getirdiği budur.
Bunu biraz daha açmak istiyorum.
82 Anayasası ile hayatımıza giren ve aslında öyle olmayan yapılanmalar:
Demokratik devlet, Demokratik miyiz HAYIR
Laik devlet. Laik miyiz HAYIR
Sosyal devlet. Sosyal miyiz HAYIR
Hukuk devleti. Öyle miyiz HAYIR
Darbe şartlarında tüm kontrolü elinde tutsun diye çok güçlü ve sorumlu olmayan bir Cumhurbaşkanlığı
Parti başkanlarının iki dudağı arasında olan siyasi partiler yasası. ve onun oluşturduğu Parlamento
Halkın gerçek iradesinin meclise yansımadığı %10 baraj sistemi
Askerin tüm yönetimsel araçlara etkin olması için getirilen Milli Güvenlik Kurulu
Öğrencileri kontrol etsin diye getirilen. Bilimsel üretimin önündeki en büyük engel olan Yüksek Öğretim Kurulu
Devletin aynı zamanda siyasi iktidarın istediği gibi kullandığı yeri geldiğinde gözü kulağı bazende sopası olan Vali ve Kaymakamlık sistemi.
Ne kadar kolayca darmadağın edildiğini gördüğümüz kuvvetler ayrılığı prensibi. yani yasama yürütme ve yargının birbirinden bağımsız olması gerektiği.
Siz hala bu sisteme Demokratik Parlamenter sistem mi diyorsunuz?
Alın size daha çarpıcı bir analiz daha; Uluslararası hukuk baz alındığında bu örgütlenmelerin hemen hemen hepsini, Legal görünümlü illegal örgütlenme sayabilirsiniz.
80 Darbesi ve Kenan Evren'in getirdiği Anayasa ile ülkenin geldiği yer burası. İşin daha komiği hala daha biz mi getirdik diye savunanlar var. Sizi değiştirin diye getirdik.
Muhabbetle.
8 Mayıs 2015 Cuma
CEMAAT
Aslında bu yazdıklarım,düşünmenin, fikrini beyan etmenin,yazabilmenin hiçte kolay olmadığı bu günlerde sizlerle paylaşılması önemli diye düşünüyorum. Ama bu benim sizlere ve ülkeme bir borcum kabul ediyorum.
Ülkenin yakın tarihine biraz takip etmiş,düşünmüş tüm insanların hafızalarını tazelemekte yarar var.
Cemaat kavramının kökü birlik olmak anlamına gelir. Belkide insanlık tarihine eştir birlik olma bilinci. Değişik inanç, fikir birliktelikleri hep görülmüştür. Bazıları kabul görmüş meşrulaşmış bazıları ise hiç bir zaman meşru görülmemiştir. Bu topraklarda cemaat kavramı yada tarikat kavramı İslamla özdeşleştirilmiştir. Osmanlı zamanında ise belki etkinliklerinin ve itibarlarının zirve yaptığı dönemdir.
Cumhuriyet, cemaat ve tarikatları aydınlanmanın önünde engel görmüş,çoğu kapatılmış,bazılarını ise kontrol etme çabasına girilmiştir. Gerçi bunun sebeplerini bu günlerde daha iyi anlıyoruz. Fakat Cumhuriyet ne kadar kontrol etmeye çabalasa da bir çoğu gizli,yer altında,kendini koruyarak faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Taki Özal'lı yıllar, Ülkede Demokrasinin kırıntılarının görülmesi, Ülke yüzünü Dünyaya dönmeye başlamasına kadar.
Gülen cemaati de 80 yıllar öncesi ve o yıllarda daha kapalı bir topluluk idi. İlk yıllarda faaliyet alanı olarak ilahiyat ve yüksek İslam Enstitülerini seçmişlerdi. Said Nursi nin öğretilerini rehber alıyorlardı. Bu öğretinin en belirgin özelliği, pozitif bilimle dini ilimlerin birbirleri ile çelişmeyeceği hatta pozitif bilimin dini ilimleri destekleyeceği fikridir. Diğer nur cemaatleri gibi Gülen cemaatide bu öğreti üzerine inşa edilmiştir. Bu bilgiler ışığında ilk faaliyet alanı olarak ilahiyatlar yani dini ilimler seçilmiş olsada daha sonra pozitif bilimlere doğru bir kayma görülmektedir.Başlarda kişileri pozitif bilimlere teşvikle başlasalarda daha sonraları eğitme işini bizzat üstlenmişlerdir. Kolejler,dersaneler,üniversiteler bunun açık göstergeleridir.
Eğitim işinde ne kadar başarılı olduklarını söylememe gerek yok.Dünyaca kabul görüyorlar.Fakat dahası da var. Eğitimin tüm ülke sathına yayılmasında da büyük katkıları var.Kırsalda eğitimli nüfusun artması Gülen cemaatinin başarılarındandır.
Bu konuyu daha fazla uzatmayacağım. Asıl soruyu soracağım. 40 Yıldır eğitim faaliyetlerinde bulunan ve başarısı ülke ve dünyaca kabul edilmiş bu grubun yetiştirdiği insanlar ne iş yapacaklar? Yani onlara siz şunu olursunuz şunu olamazsınız mı diyeceğiz? Sen böyle düşünüyorsun o halde bunu olamazsın mı denecek? Daha önce tüm siyasi akımlarca desteklenmiş,başarılıda olmuş alanlarında uzman olmuş bu insanlar ne yapacak?
Aklınıza daha önce başörtüsü sorunuyla gündeme gelmiş konu, tam aynı bağlamda olduğu geldi mi? Gelsin çünkü mesele aynı. Hatta bu konu tamda niyet okumak içeriyor ki daha vahim.
Sorun ne nereden çıktı? Birazda ondan bahsedelim. Bu eğitim kurumlarında eğitilmiş insan sayısı epey bir artmıştı. 2002 de de iktidara gelmiş İslamcı kökenden gelenlerinde yetişmiş elemana ihtiyaçları vardı. İşte buluşma noktası bu oldu. Bu buluşma aslında ilk kırılma noktası aynı zamanda. Cemaatin yetişmiş elemanları en azından bazıları konjonktürün verdiği rahatlama ile siyasi iktidara eklemlenme gayretine girdi. o kadar içi içe bir görüntü verildi ki tüm haksız ve hukuksuzluklara bile göz yumar hale gelindiğini hep birlikte gördük. Bence ikballerini siyasi iktidarın ikbali olarak bile gördüklerini düşünüyorum. Yanıldıkları noktada bu oldu. İktidarda onların bu zaafını bir biat olarak algıladı. Onlarda orada yanıldı. Sözün özü cemaat en büyük hatayı siyasete bu kadar eklemlenmekle yaptı.
Peki çözüm ne?
Aslında çözüm çok zor değil,tam anlamıyla Demokrasinin hayata geçmesi.Silaha bulaşmamak,toplum ahlakını bozmamak kaydıyla tüm sivil toplum kuruluşları,dernekler,vakıflar,cemaat ve tarikatların özgürce faaliyetlerini sürdürmesi.Örgütlenme,düşünme ve düşüncelerini yayma hürriyetlerine sahip olması. Kamuda sendikalaşmanın önünün açılması ve fikir hürriyetinin yaşama geçirilmesi. Fikrinden dolayı hiç bir birey yargılanmamalı,kötü muameleye tabi tutulmamalı.
Önerilerim bazılarına çok uçuk gelebilir. Sorun değil.
Andolsun ki yapacağız hemde tüm Dünyada.
Sevgilerimle.
Ülkenin yakın tarihine biraz takip etmiş,düşünmüş tüm insanların hafızalarını tazelemekte yarar var.
Cemaat kavramının kökü birlik olmak anlamına gelir. Belkide insanlık tarihine eştir birlik olma bilinci. Değişik inanç, fikir birliktelikleri hep görülmüştür. Bazıları kabul görmüş meşrulaşmış bazıları ise hiç bir zaman meşru görülmemiştir. Bu topraklarda cemaat kavramı yada tarikat kavramı İslamla özdeşleştirilmiştir. Osmanlı zamanında ise belki etkinliklerinin ve itibarlarının zirve yaptığı dönemdir.
Cumhuriyet, cemaat ve tarikatları aydınlanmanın önünde engel görmüş,çoğu kapatılmış,bazılarını ise kontrol etme çabasına girilmiştir. Gerçi bunun sebeplerini bu günlerde daha iyi anlıyoruz. Fakat Cumhuriyet ne kadar kontrol etmeye çabalasa da bir çoğu gizli,yer altında,kendini koruyarak faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Taki Özal'lı yıllar, Ülkede Demokrasinin kırıntılarının görülmesi, Ülke yüzünü Dünyaya dönmeye başlamasına kadar.
Gülen cemaati de 80 yıllar öncesi ve o yıllarda daha kapalı bir topluluk idi. İlk yıllarda faaliyet alanı olarak ilahiyat ve yüksek İslam Enstitülerini seçmişlerdi. Said Nursi nin öğretilerini rehber alıyorlardı. Bu öğretinin en belirgin özelliği, pozitif bilimle dini ilimlerin birbirleri ile çelişmeyeceği hatta pozitif bilimin dini ilimleri destekleyeceği fikridir. Diğer nur cemaatleri gibi Gülen cemaatide bu öğreti üzerine inşa edilmiştir. Bu bilgiler ışığında ilk faaliyet alanı olarak ilahiyatlar yani dini ilimler seçilmiş olsada daha sonra pozitif bilimlere doğru bir kayma görülmektedir.Başlarda kişileri pozitif bilimlere teşvikle başlasalarda daha sonraları eğitme işini bizzat üstlenmişlerdir. Kolejler,dersaneler,üniversiteler bunun açık göstergeleridir.
Eğitim işinde ne kadar başarılı olduklarını söylememe gerek yok.Dünyaca kabul görüyorlar.Fakat dahası da var. Eğitimin tüm ülke sathına yayılmasında da büyük katkıları var.Kırsalda eğitimli nüfusun artması Gülen cemaatinin başarılarındandır.
Bu konuyu daha fazla uzatmayacağım. Asıl soruyu soracağım. 40 Yıldır eğitim faaliyetlerinde bulunan ve başarısı ülke ve dünyaca kabul edilmiş bu grubun yetiştirdiği insanlar ne iş yapacaklar? Yani onlara siz şunu olursunuz şunu olamazsınız mı diyeceğiz? Sen böyle düşünüyorsun o halde bunu olamazsın mı denecek? Daha önce tüm siyasi akımlarca desteklenmiş,başarılıda olmuş alanlarında uzman olmuş bu insanlar ne yapacak?
Aklınıza daha önce başörtüsü sorunuyla gündeme gelmiş konu, tam aynı bağlamda olduğu geldi mi? Gelsin çünkü mesele aynı. Hatta bu konu tamda niyet okumak içeriyor ki daha vahim.
Sorun ne nereden çıktı? Birazda ondan bahsedelim. Bu eğitim kurumlarında eğitilmiş insan sayısı epey bir artmıştı. 2002 de de iktidara gelmiş İslamcı kökenden gelenlerinde yetişmiş elemana ihtiyaçları vardı. İşte buluşma noktası bu oldu. Bu buluşma aslında ilk kırılma noktası aynı zamanda. Cemaatin yetişmiş elemanları en azından bazıları konjonktürün verdiği rahatlama ile siyasi iktidara eklemlenme gayretine girdi. o kadar içi içe bir görüntü verildi ki tüm haksız ve hukuksuzluklara bile göz yumar hale gelindiğini hep birlikte gördük. Bence ikballerini siyasi iktidarın ikbali olarak bile gördüklerini düşünüyorum. Yanıldıkları noktada bu oldu. İktidarda onların bu zaafını bir biat olarak algıladı. Onlarda orada yanıldı. Sözün özü cemaat en büyük hatayı siyasete bu kadar eklemlenmekle yaptı.
Peki çözüm ne?
Aslında çözüm çok zor değil,tam anlamıyla Demokrasinin hayata geçmesi.Silaha bulaşmamak,toplum ahlakını bozmamak kaydıyla tüm sivil toplum kuruluşları,dernekler,vakıflar,cemaat ve tarikatların özgürce faaliyetlerini sürdürmesi.Örgütlenme,düşünme ve düşüncelerini yayma hürriyetlerine sahip olması. Kamuda sendikalaşmanın önünün açılması ve fikir hürriyetinin yaşama geçirilmesi. Fikrinden dolayı hiç bir birey yargılanmamalı,kötü muameleye tabi tutulmamalı.
Önerilerim bazılarına çok uçuk gelebilir. Sorun değil.
Andolsun ki yapacağız hemde tüm Dünyada.
Sevgilerimle.
2 Mayıs 2015 Cumartesi
Hangi Dinin Dindarısın?
Bize ilahi dinlerin geliş sebebinin, toplumların ahlak değerlerinin kaybolması ve yeryüzüne kaosun hakim olmasını olarak öğretildi. Bilinen tüm peygamberler,hak ve adaleti,güzel ahlak ve insani değerleri yeniden tesis etmek için tebliğlerde bulunduğu anlatıldı.
Hz. Musa peygamber olmadan önce,Mısırda Firavun,halkı üzerinde gerçek bir kölelik yönetimi kurmuştu. Köleliğin sürmesi için onlara zorla ve işkence ile baskı altında tutma çabasındaydı. O kadar ileri gitmişti ki halkın nüfusunu bile kontrol etme çabası içindeydi. Kendisine ileride tehlike oluşturacağını düşündüğü erkek çocuklarını öldürtüyor,kız çocuklarını ise kendisine hizmet etmesi için sağ bırakıyordu. Kendini Tanrılaştırmıştı.
Bu şartlarda kendisine peygamberlik gelen Hz. Musa vahyedilen on emirden bazıları şunlardı:
-Allah'tan başkasına tapmayacaksın
-Allah'ın adını boşa anmayacaksın
-İnsan öldürmeyeceksin
-Zina etmeyeceksin
-Çalmayacaksın
-Yalan söylemeyeceksin
On emirden anladığımız, o dönemim toplumunda bunların yaygın olması ve vahiy yolu ile bunları insanlığa anlatmak.
Hz. İsa peygamber olmadan önce,yaşadığı Filistin topraklarında ise Dini konular çıkar meselesi haline gelmiş,Kudüs'te mabet ticaret yeri haline dönüştürülmüştü. Dini sınıf, halk üzerinde her türlü baskıyı oluşturuyor,yüksek faizlerle halkı canından bezdiriyordu. Hak ve adalet kavramları kalmamıştı. Güç kimde ise o nun kuralları uygulanıyordu.
Sadece Hz. Meryem'e atılan iftiralar ve Hz. İsa'nın çarmıha gerilmesi hadisesi bile o toplumun içinde bulunduğu sapkınlığı anlamamızda yeterlidir sanıyorum.
Peygamberimiz Hz. Muhammet peygamber olmadan önce Arap yarımadasının hali ise içler acısı bir durumdaydı. Tam bir bedevi toplumlardan oluşuyordu. Başkalarının malı ve ırzını çalarak yaşıyorlardı. O dönemde kan dökmek, büyüklenmek, gurur, zalimlere yardakçılık yapmak, mazlumların haklarını çiğnemek, zina, ölü eti yemek, kan içmek kabul gören davranışlardandı.
En büyük utançlarından biri ise kız çocuğu babası olmaktı. Bu yüzden kız çocuklarını diri diri gömüyorlardı.
Egemen zümre, din adamlarını ve hukuk bilginlerini denetim altına almış, kalem ve kılıçla istedikleri gibi hükmediyorlardı. Bütün ticari imtiyazlar bu sınıfın elindeydi.
İşte size üç büyük dinin peygamberlerinin hangi ortam ve şartlarda insanlığa gönderildiklerini kısaca anlatmaya çalıştım. Allah, hangi durumlarda insanlığa destek olmak için elçi gönderdiğini yazdım. İnancımıza göre son elçi peygamberimiz olduğuna göre artık bunlardan dersler çıkarmak bizlerin elinde.
Bir o tarihlerde yaşanılanlar bir de günümüzde yaşanılanları kıyas ettiğimizde bana da sormak düşüyor;
Arkadaş, Hangi Dinin Dindarısın ?
Hoşçakalın.
Hz. Musa peygamber olmadan önce,Mısırda Firavun,halkı üzerinde gerçek bir kölelik yönetimi kurmuştu. Köleliğin sürmesi için onlara zorla ve işkence ile baskı altında tutma çabasındaydı. O kadar ileri gitmişti ki halkın nüfusunu bile kontrol etme çabası içindeydi. Kendisine ileride tehlike oluşturacağını düşündüğü erkek çocuklarını öldürtüyor,kız çocuklarını ise kendisine hizmet etmesi için sağ bırakıyordu. Kendini Tanrılaştırmıştı.
Bu şartlarda kendisine peygamberlik gelen Hz. Musa vahyedilen on emirden bazıları şunlardı:
-Allah'tan başkasına tapmayacaksın
-Allah'ın adını boşa anmayacaksın
-İnsan öldürmeyeceksin
-Zina etmeyeceksin
-Çalmayacaksın
-Yalan söylemeyeceksin
On emirden anladığımız, o dönemim toplumunda bunların yaygın olması ve vahiy yolu ile bunları insanlığa anlatmak.
Hz. İsa peygamber olmadan önce,yaşadığı Filistin topraklarında ise Dini konular çıkar meselesi haline gelmiş,Kudüs'te mabet ticaret yeri haline dönüştürülmüştü. Dini sınıf, halk üzerinde her türlü baskıyı oluşturuyor,yüksek faizlerle halkı canından bezdiriyordu. Hak ve adalet kavramları kalmamıştı. Güç kimde ise o nun kuralları uygulanıyordu.
Sadece Hz. Meryem'e atılan iftiralar ve Hz. İsa'nın çarmıha gerilmesi hadisesi bile o toplumun içinde bulunduğu sapkınlığı anlamamızda yeterlidir sanıyorum.
Peygamberimiz Hz. Muhammet peygamber olmadan önce Arap yarımadasının hali ise içler acısı bir durumdaydı. Tam bir bedevi toplumlardan oluşuyordu. Başkalarının malı ve ırzını çalarak yaşıyorlardı. O dönemde kan dökmek, büyüklenmek, gurur, zalimlere yardakçılık yapmak, mazlumların haklarını çiğnemek, zina, ölü eti yemek, kan içmek kabul gören davranışlardandı.
En büyük utançlarından biri ise kız çocuğu babası olmaktı. Bu yüzden kız çocuklarını diri diri gömüyorlardı.
Egemen zümre, din adamlarını ve hukuk bilginlerini denetim altına almış, kalem ve kılıçla istedikleri gibi hükmediyorlardı. Bütün ticari imtiyazlar bu sınıfın elindeydi.
İşte size üç büyük dinin peygamberlerinin hangi ortam ve şartlarda insanlığa gönderildiklerini kısaca anlatmaya çalıştım. Allah, hangi durumlarda insanlığa destek olmak için elçi gönderdiğini yazdım. İnancımıza göre son elçi peygamberimiz olduğuna göre artık bunlardan dersler çıkarmak bizlerin elinde.
Bir o tarihlerde yaşanılanlar bir de günümüzde yaşanılanları kıyas ettiğimizde bana da sormak düşüyor;
Arkadaş, Hangi Dinin Dindarısın ?
Hoşçakalın.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)