21 Aralık 2017 Perşembe

Sahi SEN KİMSİN?

           Rousseau, "İnsanı İnsan Yapan Nedir?" diye sormuş. Zannımca, ondan sonra gelenler çok önemsememişler bu soruyu.
           O halde ben tekrar sorayım. "Sahi SEN KİMSİN?"
           Soruyu önemsediysen yardım etmeye çalışayım. İnsanı insan yapan doğduğu günden beri biriktirdiği,duygusu,düşüncesi ve davranışlarıdır. Biz buna kişilik de diyebiliriz. Bir de insanların dışarıya yansıttıkları vardır yada gösterdikleri işte bu da kimliktir.
           Öğrenme ergenliğe kadar çok aktiftir. Neden hiç düşündünüz mü? Çünkü çocuk, ne kendini nasıl gördüğünü, ne de dışardan nasıl göründüğünü sorgular. Bu sorgulamalar başladıktan sonra düşünsel dünyasının çok büyük bir yerini kaplarda ondan. Yani bir kimlik arayışına girer. Ve bir çok kimlik edinir. Bu kimlikleri de zamana ve yere göre faydacı bir şekilde kullanmayı öğrenir.
           Aslında kimlik bireysel bir olgudur. Oysa Dünyadaki parçalanmışlığa bakarsak, kimlik oluştururken bireysellikten çok sosyal bir kimlik tanımlama eğilimi görürüz. Yani toplum belli kimliklere sahip insanlar üretir. Buna da giydirilmiş kimlikler diyoruz. Hatta çok seviyoruz, gömlek değiştirir gibi kimlik değiştirmeyi.
           Şimdi bu giydirilmiş kimliklerimizi tanıyalım.
            Birincisi, yalın İnsan kimliği. En masumu, ağlayan, gülen, hata yapan, seven, bağışlayan. Akıl gibi ruh gibi bütün İnsanlık ailesi için ortak olan, kuralları değişmeyen kimlik.
            İkincisi, Genetik ya da Irk kimliği. İnsanın iradesi dışında oluşan kimliktir. Ailesinden gelen ya da doğduğu yerden gelen kimlik. İnsanın iradesinin dışında olduğuna göre seçme şansın yok. Ama nasıl olurda Irk kimliği bölen parçalayan bir kimlik olabilir? Bunun nedeni biyolojik bir ayrımdan çok içine ideolojik bir kimlik kazandırılma çabası olduğundan.
            Üçüncüsü, kültürel kimlik. Kültürel kimliğin oluşmasında en önemli etken dinlerdir. Dinler sadece insanların inanç dünyalarını şekillendirmez. Aynı zamanda  sosyo-kültürel yaşantılarını da şekillendirir.
             Dördüncüsü, Ulusal kimlik. Aslında bu yapay oluşturulmuş, ırk ve kültürel kimliklerin karmasından oluşmuş kimliktir. Değişik ırk ve inanç gruplarının birarada yaşaması, evlenmeleri,ortak yönler geliştirmeleri için kurgulanmıştır.
             Beşincisi, Ekonomik kimlik. Günümüzde tüm giydirilmiş kimlikleri kuşatan etki altına alan hatta bazen onları yok eden en etkili kimliktir. Çünkü ekonomik kimlik içindeki insan, kendi çıkarlarını büyütmeyi,isteklerinin tatminini,ihtiyaçlarının karşılanmasını herşeyden önde tutmaya şartlandırılmıştır. En fazla insanların benimsediği ve birleştiği kimlik tipidir. Buna günümüzde en baskın kimlikte diyebiliriz.
            Giydirilmiş kimlikleri, çok geniş olmamak şartı ile anlatmaya çalıştım. Siz bunların örneklerini kafanızda artırabilirsiniz. Hatta en çok hangi kimliğinizi kullandığınızı düşünebilirsiniz. ya da değiştirdiğinizi.
            İnsanlık, giydirilmiş kimliklerle güç merkezleri şeklinde odaklanmış, kitle hareketlerine yönelmiş ve yine giydirilmiş kimliklerle birbirleri ile çatışmakta. Ekonomik insan kimliği,dini kimlikle, dini kimlik,ulusal ve ırksal kimlikle hala çok çetin çatışma halinde. Birbirleri ile savaşan,çatışan onca insan,sadece yalın insan kimliği olduğunu unutarak bu anlamsız ve sonuçsuz mücadeleye devam edip gitmekte malesef.
            Sanmayın bu mücadele sadece insanın dışında, bu mücadelenin daha çetini, aslında insanın kendi içinde.
            İnsanlık bu sonsuz ve sonuçsuz çatışmadan çıkmak için Yalın insan kimliğine sahip çıkmak zorunda. Bunun için de giydirilmiş kimliklerinin yarattığı zihinsel ve duygusal şartlanmaları aşmak zorunda. Bu şartlanmaların yarattığı kalıp ve semboller insanı özgür düşünmekten alıkoyuyor. Özgür düşünmeden ve seslendirmeden İnsanlık bir yere varamaz. Doyumsuz ekonomik insan kimliği ile dengeli bir gelir dağılımı açlık,yoksulluk bitebilir mi? İnsanlık yeni bir sistem inşa etmek zorunda. Ve İnsan kimliği altında buluşmalı.
            Şatlanmış zihinlerimizi,ötekileştiren,bölen,parçalayan giydirilmiş kimliklerden kurtardığımızda, insanlığın içimizi ısıtan o sıcak yalın insan kimliğini bulacağız.
            Hepimizin özde, sadece insan olduğumuz, bunun da en önemli,geçerli kimliğimiz olduğu bir  Dünya dileğimle.   



                                                                                                                Esen kalın

10 Kasım 2017 Cuma

ATATÜRK'ü Tanıma Klavuzu

           İnsanı tanımak için kullanılan bazı teknikler vardır. Bunları kullanarak Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu,önderimiz Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'ü anlatmak istedim.
           Önce "Türklük benim övünç kaynağımdır" sözü ile ATATÜRK soyadını almasının anlamı çok büyük. Bu bizi bir millet yapma ve kalma adına atılmış en önemli adımlardan biri.
            Bir insanı tanımak için, öncelikle dış görünüşüne ve bakışlarına dikkat ederiz.
            Atatürk'ün giyimi, gerçekten dönemine göre çok modern ve gösterişli. Seçimleri daima bir mesaj içerikli. Bakışları hep bir derinlik içeriyor.Bu da çok düşündüğünün belirtisi. Ama kararlılığını da gözlerinden okumak mümkün. Sakin bir karakteri olduğunuda anlayabiliriz. Kendinden emin duruşunun altında ise iyi bir eğitim ve bilgi birikiminin payı büyük. Bilinen Dörtbine yakın okuduğu kitap,Fransızca,İngilizce,Almanca,Rusça,Bulgarca,Arapça ve Farsça olmak üzere 7 dile olan hakimiyetinden anlayabiliriz.
            İnsanı tanımanın diğer adımı, Söylem ve eylem bütünlüğü.
            Gözlerini dünyaya açtığı dönem,Osmanlı Devletinin toprak kaybettiği çöküş dönemine denk geliyor. Asker olmak istemesinde de bunun vermiş olduğu rahatsızlık var. Çocukluğundan beri, Vatanı içinde bulunduğu durumdan nasıl çıkar, bu nasıl gerçekleşir düşünceleri ile büyüdü. Kendini bu şekilde yetiştirdi. Hep özgür, bağımsız bir vatan hayali ile yaşadı. Bu hiç değişmedi. Anadoluya çıktığında, kongreleri gerçekleştirdiğinde dahi, manda ve himaye asla kabul edilemez. Ya istiklal ya ölüm sözleri bu kararlılığının emareleri. Zaten çok konuşan biri değildi. Çok düşünerek konuşurdu. Söylediklerinden ölünceye kadar vazgeçmedi. Söylem ve eylemlerinde hep bir bütünlük vardı.
           İnsanı tanımanın diğer adımı, Baskı altında iken aldığı kararlar.
           Atatürk'ün hayatının çok büyük bir bölümü harp meydanlarında geçti. Yani aldığı kararların büyük bölümü baskı altında verdiği kararlar oldu. Fakat baskı altında dahi,düşüncelerinden asla taviz vermedi. İlk örnek; Çanakkele savaşında,cephane bittiğinde,askerine "Süngü tak" emri verip, "Ben size tarruzu değil,ölmeyi emrediyorum" sözü kararlı bir duruşun, taviz vermemenin,bağımsızlık uğruna canını dahi ortaya koyma iradesidir. İkinci örnek; Anadoluya çıktıktan sonra hakkında çıkartılan idam fermanı. Buna rağmen atacağı adımlardan hiç vazgeçmedi. Onu hiç yıldırmadı,tüm planlamalarını gerçekleştirdi. Üçüncü örnek; Düşman Ankaraya dayandığında, uygun zamanı beklemesi. Ve hattı müdafa yoktur,sathı müdafa vardır. O satıh bütün vatandır. diyerek büyük taarruzu başlatması. Cumhuriyetin ilanındaki itirazlar,İnkılaplardaki gösterilen dirençler olmasına rağmen hedeflerinden asla vazgeçmedi. Örnekleri epey çoğaltabiliriz.
             "Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir" sözünün gereğini her ne şartta olursa olsun yerine getirdi.
             İnsanı tanımanın diğer adımı, Güç elindeyken ve kudreti tam iken aldığı kararlar. 
             Atatürk, Cumhuriyetin ilanından sonra tüm güç elinde idi. O dönemde başta Batı ülkeleri olmak üzere tüm dünya da otoriter ve totaliter rejimler revaçta idi. Böyle bir rejim inşa edebilirdi. Fakat o hep düşündüğü Cumhuriyeti ilan etmesi, çok partili rejime geçme çabaları, özgür bir halk idealini gerçekleştirme adına atılan çok önemli adımlardır. İnkılapları, bizzat halka giderek anlatma çabası tam bir Demokrasi örneklerinden. "Yurdumuzu dünyanın en mamur ve medeni memleketleri seviyesine çıkaracağız.Milli kültürümüzü muasır medeniyetleri seviyesinin üstüne çıkaracağız" sözü güç elinde iken bile medeniyet tasavvurundan asla vazgeçmeyeceğinin göstergesi.
            Büyük başarılardan sonra dahi, kendisine farklı davranılmasından hoşlanmazdı."Benim müstesna olduğuma dair bir kanun yoktur" sözü ile ne kadar mütevazi olduğunun kanıtı.
            Son olarak, kendinden sonraki yüzyılda dahi, o zamanlarda attığı adımların ne kadar isabetli olduğunu görmek ve deneyimlemek ne kadar büyük bir lider olduğunun ispatı.
            Onun sözü ve fikri ile bitirelim;
            "Fikirler cebir ve şiddetle, top ve tüfekle asla öldürülemez"

                                                                                                                      Saygıyla

           
           

31 Ekim 2017 Salı

TOPLUMSAL DEPRESYON

           Depresyon, beyin kimyası ile ilgili bir olaydır. Ancak burda bir döngü var. Düşünceler ve Algılar beyin kimyasını düzenliyor. Beyin kimyası da düşünce ve algıları hatta davranışları da etkiliyor.
           Bu kısa bilgiden sonra, asıl konumuza dönelim. Depresyonun nedenlerinden olan dış etmenlerin Depresyon üzerindeki etkilerine bakalım. Ben bunun bir kısmına Toplumsal Depresyon kaynakları diyorum.
           Vücudun, insanı dış etmenlerden korumak için geliştirdiği bir savunma mekanizması vardır. Beyin dışardan bir tehdit algıladığı zaman,kalp atışınız hızlanır, hızlı nefes almaya başlarsınız,bir sıkıntı hissedersiniz, terlersiniz,korkarsınız. Beynin buna karşı reaksiyonu, tehdidin şiddetine ve hızına bağlı olarak, ya savaş ya da kaç komutu vermek olur. Beynin bu savunma sistemini harekete geçiren durumlara stres denir. İki tür stres durumu vardır. Kısa dönemli stres ve uzun dönemli stres. Kısa dönemli stres faydalıdır denebilir. Mesela bir köpek üzerinize doğru koşarsa, bu kısa süreli bir stres kaynağıdır. Kısa sürede sonlanır. Ama uzun süreli stres, kontrol edilmesi zor ve hayatı çekilmez hale getirebilecek stres kaynaklarıdır. Bizim asıl konumuz da işte bunlar.
            Depresyon, bu uzun süreli stres kaynakları ile ilişkilidir. Depresyonların çoğunda da bu streslerin birikmişliği vardır. Hani hepimiz deriz ya, bardağı taşıran son damla oldu diye. İşte bunun nedeni bu birikmişliklerdir.
             Şimdi uzun dönemli stres kaynaklarına biraz bakalım.
             İnsanların en temel ihtiyacı, yaşamlarını devam ettirme ihtiyacıdır. Buna bağlı olarak stres kaynaklarının başına, İnsanların, kendilerini ve yakınlarını güvende hissetmemeleri gelir. Mesela sokağa çıktığında başlarına bişey gelme endişesi, Bu bir terör saldırısı olabilir ya da başı boş gezen herhangi birinin tacizi olabilir. Ayrıca adalete olan güvensizlik, insanların sebebini bilmeden tutuklanma endişesi epey yaygın bu dönemde.
             Bir diğer stres kaynağı, sosyoekonomik değişiklikler. İnsanların işlerini kaybetme endişesi. Alım gücünü düşmesi. Borcun artması. Kendi ya da yakınlarının hayatını idame ettirememe endişesi. Buna gelir dağılımındaki adaletsizliği de ekleyebiliriz.
              Aile ya da toplumsal bölünmeler, bir diğer uzun dönem stres kaynaklarından. Bu etnisite, din, mezhep, ideoloji ya da siyasi görüş olarak bölünme sayılabilir. İnsanların bu sebeplerden ötürü birbirlerine kaygı ile bakıyor olması, karşısındakinin fikir ve düşüncelerine tahammül edememesinden kaynaklı. Epey de yaygın.
              Bunlara genç kuşaktaki sınav stresi ve  yaygın genç işsizlik de uzun dönemli stres kaynağına eklenebilir.
               Kişiler içinde bulundukları depresyonu tanımlamakta zorlanabilirler. Bu stres birikiminden kaynaklanıyor olabilir. Çözümü de vardır. Toplumsal depresyonu çözmek o kadar kolay değil malesef. Bunun için herkesin elini taşın altına koyması gerekir.
              Umarım başarırız.
              Bir de yalnız olmadığınızı unutmayın.

                                                                                               İyi günlerde Kalın

14 Ekim 2017 Cumartesi

KABUL EDİLME İHTİYACI

           Bazı Afrika kabilelerinde yeni doğan çocuğa isim vermezler,. Çocuk büyüyüp bir kahramanlık gösterdiğinde ismini hakeder. Çocuk yaşadığı kabilede kabul edilmek için bu mecburiyet ile büyüyor. Hala devam ediyor mu bu gelenek bilmiyorum. Ama bunun modern versiyonunun, çoğu toplumlarda devam ettiğini söyleyebilirim. O da Var olduğunun onanması ihtiyacı.
           Bir İnsanın en temel ihtiyaclarının başında Var olduğunun onanması ihtiyacıdır. Yani kabul edilme. Aynı zamanda da kabul edildiğini anlaması denebilir. Bunu da etrafından aldığı iletilerle anlar. Buna da kabul iletisi denir. Kimi için bu çok basit bir ileti iken,kimisi için bu epey zor ileti olabiliyor.
           Özellikle çocuklarda varlıklarının onanması son derece önemlidir. Ruhsal açıdan beslenmeleri,özgüvenlerini kazanmaları için kabul edildiklerini anlamaları ve kabul edilme yöntemlerini algılamaları çok kolay değildir. Çocuklar,bulundukları ortamda varlıklarının onandığını hissetmezlerse, başka bir deyişle yeteri kadar kabul iletisi alamadıkları zaman,varlıklarının onanması için ne gerekirse yaparlar. Dayak yiyeceğini yada ceza alacağını bile bile istenmeyen davranışı tekrarlaması bu nedenledir.
            Daha ilginci, çocuğun edindiği olumlu yada olumsuz kabul iletileri,hayatının geri kalanında da ona davranış olarak geri dönecektir.
            Etrafınıza baktığınızda çok sıkça gördüğünüz, etrafına sık müdahale edenler, düşünmeden konuşanlar, başkasına sorulan soruyu cevaplayanlar, olayları abartanlar, gereksiz tekrar yapanlar, aşırı hareketli olanlar, kurtarıcı rolü oynayanlar, her zaman kendinden bahsedenler, kabul iletisi ihtiyacı hisseden insanlardır aslında.
            Bir de insanların kabul edildiklerini hissetmeleri için kullanmayı öğrendikleri bazı fikirler ve davranışlar var. Mükemmek olma, hızlı olma, gayret etme, hoşnut etme, güçlü olma gibi. Şayet bu düşünce ve davranışlara sahip olurlarsa etreftan daha kolay kabul iletisi alacakları varsayımı ile hareket ederler.
            Varlıklarının onanması konusunda önemli olduğunu düşündüğüm diğer konu, kendi varlıklarının kaybolduğu,onun yerine makamlarının aldığı insanlarla ilgili. Var olduklarını bulunduğu makamdan alan insanlar, çoğu zaman kişiliğini ve makaını karıştırır. Artık onanması gereken kişi değil makamı olarak algılar. Ruhsal olarak bu epey büyük bir sorundur. Dünya tarihine baktığımız zaman bu nedenle çıkmış nice savaşlar görürüz.
            Son olarak;
            İnsanlar doğdukları günden itibaren varlıklarını kabul ettirmek isterler. Kabul iletisi almak,vermek herkesin ihtiyacı. Nasıl karşılanmak istiyorsan öyle davranacaksın.
            Şimdi de biraz düşünme zamanı.


                                                                                       İyi ki VARSINIZ

25 Eylül 2017 Pazartesi

Eğitim Üzerine

          Biraz geç kalınmış bir yazı oldu. TEOG un kaldırılması ve sınav sistemi tartışmalarına dahil olmak istedim.Geçte olsa düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.
          İletişim ve Teknoloji çağındayız. Ülke olarak da Dünya ile rekabet etmek zorundayız. Ki hakettiğimiz medeniyet seviyesine yakalayabilelim.
          Bu rekabet kelimesi önemli. Çünkü epey geniş bir kavram. En iyi sözü söylemek,en vurucu cümleyi kurmak bir rekabet aracı olsa da, bunun altını doldurmak çok daha önemli. Bunun altını da Bilim,sanat,teknoloji,edebiyat alanlarında rekabet edebiliyorsan doldurabilirsin. Ardından ekonomik ve kültürel gelişme izler. Senin sözününde bir hükmü olur.
           Peki bu konularda rekabet edebiliyor muyuz? Elbette hayır. O zaman ne yapmalıyızı tartışmamız lazım.
           Bunun için, ilk başta tüm kaynaklarımızı iyi kullanmamız lazım. Zengin bir yeraltı kaynağımız yok. Yer üstü kaynaklarımızı kullanmak içinde iyi yetişmiş elemanlara ihtiyacımız var. İşte tam da burda eğitim devreye giriyor. Ülke olarak en büyük kaynağımız İnsan kaynağı. Bunu iyi değerlendirmemiz şart. Yani İnsanımızı iyi eğitmemiz lazım.
          Nerden başlamalıyız diye hep soranlara, işte tam da cevap bu; Eğitimden.
          Eğitimde niye başarılı olamiyoruz? Sorunlarımız neler? Neler yapmamız lazım? gibi sorulara cevaplar arayalım.
         1- Bence eğitimin en büyük sorunu,ilk başta müfredat sorunu. Yani öğrencimize okuttuğumuz içerik. Malesef müfredat İlkokul Bir den başlayıp,Üniversiteden mezun olana kadar,baştan sona sorunlu. O yüzden ben İlkokula yeni başlamış bir nesile bile kayıp bir nesil olarak görüyorum. İvedilikle bu içerik sorunu halledilmeli. İçerik Dünya ile rekabet edebilecek bir şekilde,bilimsel dayanakları olan, uygun bir şekilde yıllara bölünmüş bir müfredat olmalı. Amaç çok şey öğretmek değil, yararlı bilgi öğretmek olmalı. Bu konuda başarılı olmuş ülkeler bu sorunu nasıl çözmüş araştırılmalı. Milli ve Manevi değerler de atlanmamalı tabi.
          2- Kimse alınmasın ama ikinci büyük sorun, eğitici sorunu. Aslında bu sorun çok boyutlu bir sorun. İlki Üniversite müfredat sorunu. İkincisi eğiticilerin, sürekli eğitime tabi tutulmaması sorunu. Eğitici sorunlarını çözme mekanizmalarının olmaması. Bunlar artırılabilir. Bence bir Ülkenin en iyi öğrencilerinin eğitici olması için her türlü teşviğin yapılması lazım. Belki bu sorun daha kolay aşılabilir.
          3- Üçüncü sorun olarak ta öğrenci değerlendirme ve tanıma sisteminin olmaması. Bir öğrenciyi ,lkokula başladığından itibaren, ilgi,yetenek, algı, kavrama olarak değerlendirecek mekanizma kurulmalı. Ve bu doğrultuda yönlendirilmeler yapılmalı. Okul olarakta bunların alt yapıları hazırlanmalı. Belki bu konularda Rehber öğretmenler kullanılabilir. Onlar için gerekli müfredat ve eğitimler konduktan sonra. Aile,okul,öğretmen,rehber öğretmen bu konularda sıkı bir şekilde işbirliği yapmalı. Belki bu şekilde sınavsız bir eğitime geçişin alt yapısı hazırlanmış olur.
          4- Dördüncü sorun sınav sorunu. Eğitimin en acı yanı bu sınavlar. Hiç bir ayırıcı veri yok elimizde ne yapalım sınav yapalım kolaycılığı. Hem öğrenciyi,hem aileyi uzun süre hipnoza sokan başka bir araç bu sınavlar. Kesinlikle İnsanın hayat ile bağını kopartan kötü bir araç. Ben düzgün bir ayıraç olduğunu da düşünmüyorum. O yüzden çoğu kimse eğitim aldığı alan dışında çalışıyor. Zaten onu da düzgün yapamıyoruz.
            Daha bir sürü sorun sıralamak mümkün. Ben en belirginlerine değinmeye çalıştım. Sizler çoğaltın artık.
             Son olarak şunu söylemeliyim. Başta da söyledim. En büyük zenginliğimiz İnsan gücümüz. Ben her zaman bu ülkenin insanına inandım. Yeter ki iyi bir şekilde eğitelim. Bakın o zaman bu ÜLKE ne oluyor.


                                                                                                                Esen Kalın

20 Mayıs 2017 Cumartesi

DEĞERSİZ YALNIZLIK

           Biliyorum, yazmak daha zor artık. Bir değil,birden fazla kontrol ederek yazıyorsun,yazmak istediklerini. Bazen bu yazdıklarımdan farklı bir sonuç çıkartırlarsa diye düşünüyorsun. Mazallah, terörist olmak epey kolaylaştı. Konuşmak mı ? Tanımadığın ortamda, zaten hiç konuşma, tanıdığın ortamda ise onlra göre konuş zaten.
           Tüm sevdiklerin, her gördüğünde uyarıyor zaten. Sakın ha, başına bir iş gelir diye. Kendinden olmasa da onlara gelebilecek olandan çekiniyorsun.
            Ama ne yapalım, Ülkemizi, insanımızı seviyoruz. Üstümüze düştüğünü düşündüğümüz konuları yazmaya, söylemeye devam edeceğiz.
            Şu an Ülkemizin içinde bulunduğu durum ve Dünya ile ilişkilerimizin kopmasına neden olan olayları anlatmaya çalışacağım.
             Aslında herşey Gezi Parkı eylemleri ile başladı. O zamana kadar Uluslararası ilişkiler bakımından tarihin en iyi dönemlerinden birini yaşıyorduk. Ülke olarak, Demokrasi, İnsan Hakları, Ekonomik ilişkiler, Yönetimin, Dünya açısından kabul görmesi en üst seviyelerdeydi. İşte ne olduysa büyük bir kırılma yaşandı. Tüm Dünya Ülkenin başka bir yönünün olduğunu gördü. Zannedersem, Arap baharı rüzgarının sert estiği dönemde, dönemin idarecileri, kendi iktidarlarının tehlike altında olduğu vehmine kapıldı. Ona göre de sert adımlar attı. Oysa ki çok basit yöntemlerle o süreç yönetilebilirdi. Yönetenler sertleştikçe öfke büyüdü. Öfke büyüdükçe yönetim olayları kafasında daha da büyüttü. Açıkçası yönetenler çok kötü bir sınav verdi o olaylarda. Sonuç olarak o süreç Gizli Servislerin çok işine yarayan bir ortam oluşturdu. Ülkede büyük bir itibar kaybına uğradı malesef.
             İkinci olay, İran'ın Birleşmiş Milletler kararı ile ambargoya uğraması idi. BM nin bu kararına, yönetenlerin, uymakla yükümlü oldukları BM kararlarına, uyuyor gibi yapıp uymamasından kaynaklandı. Yönetenler değişik gerekçe (Çoğu ticari) ve yöntemlerle ambargoyu deldi. İran'la örtülü ticaret yaptı. Yani Uluslararası Hukuka uymadı. Daha kötüsü ise yakalandı. 17-25 Aralık meselesinin büyük bir kısmı, bu ticaretle bağlantılı davalardı. Dönemin yöneticileri bu davaları kapatmak zorunda kaldı. Fakat ABD bu olayların 1 numarasını yakaladı ve mahkemeye çıkardı. Mahkeme hala devam ediyor. Malesef bu ticaret işinin içine karışan tüm yöneticiler ABD yargısının kapsamı içine girmiş oldu. Ve ABD nin bunu kullanmak istediği de çok açık.
            Üçüncü olay ise Suriye ile ilgili. Yönetenlerimiz, Suriye'de Esat rejimini devirmek için, orada Esat'a muhalif tüm grupları destekledi. Daha kötüsü bunların kimler ve amaçları ne diye ilgilenilmedi ilk başlarda. Hatta şimdilerde pkk uzantısı dediklerini bile destekledi. Kafalar epey karışıkmış değil mi? Ama bu destek silah desteğine dönünce ve bu silahlar yolda yakalanınca işin seyri epey değişti. Çünkü bir ülkenin başka bir ülkeye silah vermesi uluslararası hukuk kurallarına tabi. Mit tırları davası bu konularla ilgili işte. Bu mevzu malesef Ülkenin üzerinde Demoklesin kılıcı gibi sallanmaya devam ediyor.
            Bu konuyu, Ülkemizin Dünya ile olan ilişkilerini iyi anlamak için yazdım. Dünya bize nasıl bakıyor bilelim diye. Aslında Dünya ile kavga ediyor görüntümüzün nedenini de bilelim diye. Bu konuyla ilgili daha önemli düşüncem ise,Ülkemizin içinde otoriter davranışların temelinde de bu konular var bence. Bu yüklerden kurtulmadan da Dünyanın Ülkemize bakışını değiştirebileceğimizi de sanmıyorum.
           Bence bu YALNIZLIK epey DEĞERSİZ
                                                                     
                                                                             Esen kalın

8 Nisan 2017 Cumartesi

Ülkemizi Bekleyen Büyük Tehlike

           Referandumda herkes kendince gerekçeler bulup kararını vermiş gibi görünüyor. Herkes bir çok neden geliştirdi. Ama bu benim anlatacağım nedeni çok duyamadım. Bence mutlaka okuyun.
           Birleşmiş Milletler (BM) 1945 yılında,aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 50 Ülkenin imzası ile kuruldu.İkinci Dünya savaşı ve 60 milyon insan öldükten sonra.Dünya böyle bir acıyı bir daha yaşamasın diye.
           Bir Ülkede, nasıl insanların uyması gereken kurallar varsa,Ülkelerinde uyması gereken kurallar konuldu. BM yasaları ile.
           Ülkelerin uymak zorunda olduğu 110 madde var.
           Ben size bizi, şu anda ilgilendiren maddeleri kısaca özetleyeceğim.
           1- Evrensel İnsan Hakları Bildirisi: İfade özgürlüğünden,örgütlenme özgürlüğüne,basın özgürlüğünden,Azınlık haklarına,Kadın haklarından,Çocuk haklarına kadar bir sürü düzenleme var.
           2- Uluslararası barış ve güvenliği korumak, barışın uğrayacağı tehditleri önlemekle ilgili düzenlemeler.
           3- Ekonomik, sosyal, kültürel nitelikteki sorunları çözmede,din,dil,ırk,cinsiyet gözetmeksizin işbirliği sağlamakla ilgili hükümler.
            Daha bir sürü düzenlemeleri içeriyor.
            Sonra da diyor ki, Şayet BM ye üye olan ülke bu yükümlülükleri yerine getitirmezse, Sosyal, Ekonomik, ve Askeri önlemler alabilir.
            Bunu da değişik kurumlar vasıtası ile gerçekleştirir. Bunu gerçekleştirirken de Ülkeleri,özgür,yarı özgür,özgür olamayan ülkeler diye sınıflandırarak yapar.
            Neyse Arkadaşlar çok uzattım. Demek istediğim şey şu; Şayet BM Ülkemizi,özgür olmayan ülkeler sınıfına koyarsa, ki bu Anayasa değişikliği geçerse bu mümkün gibi görünüyor. Çünkü Kuvvetler ayrılığı yok,Yönetimin denetimi zayıf,Tek adam rejimi olarak görülüyor uluslararası litaratürde.Başımıza iki büyük felaket bekliyor demektir.
            1- Ülkemiz özgür olmayan ülke olursa, Ülkemizdeki terör grupları özgürlük savaşcısı olarak nitelendirilebilir. ve onlara destek verilebilir. Zaten Ortadoğunun , Irak ve Suriye nin durumu ortada. Bu coğrafyadaki haritalar tekrar yeniden çizilebilir. Uzun zamandır bu plan (BOP) üzerine çalışıyorlar zaten.
            2- Sosyal ve Ekonomik ambargolara maruz kalabiliriz. Zaten özgür olmayan bir ülkeye hiç kimse yatırım yapmaz. Yapsa bile ülkeye maliyeti çok yüksek olur. Bunu bedelini hepimiz öderiz.
             Güzel, yaşanabilir, güçlü bir Türkiye kurmak mümkün. Düşüncesi,görüşü,ideolijisi ne olursa olsun herkesin özgürce yaşayabildiği bir ülke oluşturabiliriz. Farklılıklarımızı değil, ortak noktalarımızı ön plana koymamız şart. Bölünerek hiç bir yere varamayız. Hiç bir ülke ile kavga etmeden haklarımızı savunmak için öncelikle içeride özgürlükleri, Demokrasiyi güçlendirmemiz lazım. Demokrasiden ve özgürlüklerden uzaklaşmak demek Dünyadan uzaklaşmak demek.
             Umarım herkes ne yaptığının farkındadır.
             Çocuklarımıza Hayır lı bir gelecek kurmada birleşelim.
                                                                                       Saygılarımla

19 Mart 2017 Pazar

İTİRAZIM VAR

           Biz Türklerin en büyük özelliği,Devlet kurmadaki mahirliğidir.Çok büyük hanlıklar,imparatorluklar kurmuş olmamızın nedeni ise Adalet üzerine inşa etmiş olmamız.En büyük zaafımız ise Güç dağılımını düzgün oturtamayıp Adaletten, Bilim ve teknolojiden uzaklaşmak denebilir.
           Günümüzde bu güç dengelerini yerli yerine oturtmayı Demokrasi diyoruz.
           Şimdi biraz daha derinleştireyim.
           Şimdi bir Devlet kurdunuz,ilk yapmanız gereken ehil bir yönetici tayin edersiniz. Ardından orada yaşayan her bir bireyin söz hakkının olması,yönetimde nelerin olup bittiğini bilmesi,sorunlarının çözülmesi için yönetime başvurması ve yönetime hesap sorabilmesi sağlarsınız.Bunları her bir birey yapamayacağına göre bunu temsilcileri vasıtasıyla yaparsınız. Yani bir meclis kurarsınız. Sonra herkes kendi hakkını arayıp kargaşa çıkmasın diye Adalet sistemi oluşturursunuz. Ve yurdunuzu  korusun diye birilerinin eline silah verip asker yaparsınız. Sistem yürüsün diye de para toplarsınız.
          İşte Demokrasilerde eline güç verdiğiniz makamlar herhengi bir suistimale tevessül etmesinler diye birbirlerinden ayrılmıştır.Biz buna Güçler ayrılığı diyoruz.Yanlış anlaşılan şu, buna ayrılık diyoruz ya kendi aralarında bir koordinasyon olmasın demek değil.Birbirlerinden üstünlükleri olmasın anlaşılmalı.
          Bu bağlamda, referandumla getirilmek istenen yeni yönetim sistemine,üç temel noktada itirazım var.
          1- Demokrasilerde olmazsa olmaz koşul,üstte biraz anlatttığım güçler ayrılığı prensibidir. Önerilen bu sistemde güçler yani meclis,yönetenler ve yargı ayrıymış gibi görünsede, malesef ayrı değil. Gözden kaçan nokta şu, Tek bir kişi, hem yönetime,hem meclise,hem de yargıya hakim olabiliyor o yüzden güçler ayrılığı yok denebilir. Ama seçim var diyeceksiniz. Bu gücü bir defa arkasına alan bir kişi o konumundan kolay kolay vazgeçmeyecektir. Bunun örnekleri günümüz dünyasında çok var.
          2- En çok kullanılan argüman yönetimde istikrar gelecek söylemi. Bu söylemi hiç anlamıyorum. Şöyle anlatayım; Yeni önerilen sistem Cumhurbaşkanını ilk turda çoğunluk sağlanamazsa ikinci tur öneriyor. Ama meclis ilk tur oyları ile şekillenecek. Yani ilk turda Cumhurbaşkanının partisi, meclis çoğunluğunu sağlayamazsa, ki bu çok büyük bir ihtimal, meclisten nasıl yasa çıkartacak. Mecburen başka partilerden destek istemek zorunda. Bu da koalisyon demek zaten. Ha ben Cumhurbaşkanıyım,elimde bu kadar da güç var deyip hareket ederse onu bilemem. O zaten meşru bir yönetim olmaz.
          3- Benim en büyük çekincem ve itiraz noktam partili Cumhurbaşkanı. Sebebi de şu; Zaten önerilen sistem Cumhurbaşkanına çok fazla yetki veriyor aynı zaman da bir partinin başkanı olması demek,ülkenin tek parti rejimine dönmesi demek. Partinin artık il başkanı,ilçe başkanı olmasına gerek kalmaz olsa da göstermelik olur. İl de vali, ilçede kaymakam parti temsilcisi olurlar. Cumhurbaşkanı yargıyı da kontrol edebildiğine göre,insanlar artık adaleti parti temsilciliklerinde aramaya başlar. Günümüz dünyasında bunun örnekleri de çok. Çok yakın Baas rejimi var mesela arap dünyasında. Bu çok fazla kutuplaşma getirir.Gerginlikleri ve çatışmaları artırır. Devlet daha çok otoriterleşmek zorunda kalır. Ülkemizde yeterince etnik,mezhepsel,politik ayrışma zaten var. Birde parti Devletine hiç kaldıramaz. Geri dönüşümü olmayan çatışmalar çıkabilir.
             Son olarak şunu söyleyeyim; Güçlü bir Türkiye için, Dünya ile barışık onlarla uyum içinde güçlü bireyler yetiştirmemiz lazım. Fertlerin güçlü olması da özgürlüklerin artırılması ile olur. Tek bir kişinin güçlenmesi ile değil.
             Benden söylemesi.

              Hayır lı günlerde görüşmek dileğiyle.

5 Şubat 2017 Pazar

Hakkımızda "HAYIR"lısı

           Bu Vatanıma, Milletime olan borcumdur. Ödüyorum.

           Daha önceki yazılarımda Başkanlık sistemi ve Anayasa hakkında ki düşüncelerimi sizlerle paylaşmıştım. Katagorik olarak Başkanlık sistemine karşı olmadığımı okuyanlar bilir. Fakat yapılan ve referanduma sunulacak olan bu Anayasa değişiklik teklifi,Demokratik bir Başkanlık teklifi değil. Zaten bu değişiklik teklifini yapanlar bunun farkında ki adına Cumhurbaşkanlığı teklifi diyorlar. Ama bu bir Cumhurbaşkanlığı teklifi de değil. Ortada Başbakan yok.
           Aynı zamanda bu teklife,bize özgü Türk tii Başkanlık diyenlerde var. Ancak bu takli bize özgü falan da değil. Dünyanın pek çok yerinde uygulanan Demokratik olmayan Başkanlık modeli. Yeni kurulan Ortaasya Türk Cumhuriyetlerinde, Ortadoğuda, Afrika ülkerinin pek çoğunda uygulanan bir model. Hatta yakın zamanda Kazakistan Başkanı, yetkilerini çok bulmuş olacak ki bazılarını parlamentoya devredeceğini açıkladı. Yani daha önce bizim yönetim şeklimize gıpta edip örnek gösterenler,şimdi onlara benzemek için adım atmakta. Ve bu bize hiç yakışmamakta ve gerçekten acı verici.
           Şimdi neden böyle düşündüğümü anlatmaya çalışacağım:
           Devletler Cumhuriyet olabilir, yani Halk kendisini yönetecek insanları seçebilir. Ancak günümüz Dünyasında artık bu yeterli değildir. Cumhuriyetlerin Demekratik kurallarada uygun olması şarttır. Tabi ki medeni bir toplum olmak istiyorsak. Medeni toplumlarla yarışmak istiyorsak.
           Bizde getirilmek istenen model belki Cumhuriyetin niteliklerine görünürde uygun. Halkın seçmesine izin veriyor Ama o kadar. Ama kesinlikle Demokratik değil.
            Nedenleri şöyle;
          1- Seçimlerin adil yapılması lazım. Devleti yönetenlerin Devlet imkanları ile seçimlere müdahale etmemesi şart. Seçilenleri de halkın belirlemesi gerekli.
          2-Teklif, Halkın temsilcilerinden oluşacak olan meclisin yetkilerini çok sınırlamış. Yasa yapacak ama Başkan onaylayacak,beğenmezse onaylamaz.Ayrıca Başkana yasa yapma yetkisi de verilmiş. Yürütme organı meclisten güvenoyu alma zorunluluğu da yok. Meclisin yürütmeye soru sorma hakkı da yok. Denetleme var ama çok zorlaştırılmış. Aslında bu şartlarda Meclise gerek de yok. Mecli ne iş yapacak merek ediyorum.
         3-Günümüz şartlarını düşündüğümüzde en çok ihtiyaç duyduğumuz şey ortak bir akılla hareket etme zorunluluğumuz. Ancak Başkana savaş açma yetkisi dahi verilmiş. Ehil olmayan bir elde sonuç felaket olabilir. Hitler örneği uzak değil.
         4-Başkana tüm yüksek yargı makamlarına atama yapma yetkisi verilmiş. Aynı zamanda Başkan bir siyasi artinin de genel başkanı olabilecek. Ve yargıyı kontrol edebilecek. Bu şu demek, artık avukata ihtiyacınız olmayacak. Adaleti parti merkezlerinde yada iktidara yakın birilerini aramakla işlerinizi halledeceksiniz. Kim böyle bir yargıya güven duyar.
         5-Hangi kurumda çalışırsanız çalışın Başkanın bir emri ile işinizden olabilirsiniz. Tüm örgütlenme faaliyetleriniz sendika,dernek,vakıf bir emirle kapanabilir. Hatta şirketleriniz dahi aynı akıbete uğrayabilir.
           Aslında bu liste daha fazla uzar gider. Ama ben kısa keseyim.
           En büyük endişem ise şu;
           Eğer böyle bir sistemle yönetilmeye başlarsak, birarada yaşama inancımız yok olabilir. Şu anda bile kutuplaşmanın ne boyutta olduğunu bir düşünün. Böyle bir sistemde bu kutuplaşmayı mumla dahi arar hale gelebiliriz. Bu da bize büyük bedeller ödetebilir.
          Son olarak;
          Bu Anayasa değişiklik teklifi referandumdan geçse bile çok fazla uzun ömürlü olma ihtimali çok düşük. Bu güzel ülkemize hem ağır bedeller ödetebilir hem de fazla zaman kaybettirir. O yüzden:
          Tüm Ülkemiz adına  Hakkımızda "HAYIR"lısı